10 Temmuz 2013 tarihinde daha
önceki yazılarımızda detaylarıyla anlattığımız Salzburg’dan Prag’a doğru
otobüsle yola çıktık. 4 saat kadar bir yolculuktan sonra Dünya’nın en gotik
şehirlerinden birisi Prag’a geliyoruz. M.Ö. 2. YY’a dayanan tarihiyle Prag her
zaman insanlığın gözbebeği olmuş şehirlerden. Zengin tarihi, göğe yüzüne
yükselen kuleleri, farklı mimarisi ile halen de önemli bir çekim merkezi.
Vltava Nehri kenarına kurulan
şehir, evladı Kafka’nın romanlarının havasını barındıracak şekilde modern ama
kasvetli. Biz Prag’ı gezdiğimiz gezimizde Prag’la beraber Salzburg, Münih,
Budapeşte, Viyana ve Bratislava’yı da görmüştük fakat içlerinde beni en çok
etkileyen Prag oldu.
Prag’da görülmesi gereken pek çok
yer var ama çoğu birbirine yakın olduğu için biz şehri gezerken toplu taşımayı
kullanmaya hiç ihtiyaç duymadık. Zaten Prag adım adım gezmeniz gereken bir
şehir biraz da. Bizim ilk istikametimiz Vltava Nehrinin batı kıyısında kalan Prag
Kalesi oluyor. Tarihi 13 YY’a dayanan Kale şehrin siluetinde de önemli bir
etkiye sahip. Kale aslında bir kompleks ve bu kompleksin en önemli parçası da St.Vitus
Katedrali.
Eskiden kralların taç giydiği bu
katedral kaleye ana giriş kapısından girdikten sonra sizi karşılayan ilk yapı
oluyor.
Özellikle katedral içindeki
vitraylar çok detaylı ve rengarenk. Resmedilen insanların yüzündeki ifadelerden
giysilerindeki renklerin çeşitliliğine kadar her şey kusursuz işlenmiş.
Katedralin sadece vitrayları değil barındırdığı her şey ince bir emeğin ürünü.
Gümüşten yapılmış heykelleri ile Aziz John mezarının örtülerini taşıyan melekler bile gerçekten havada süzülüyor gibiler.
Kale içindeki bir diğer önemli
nokta ise, 973 yılında kurulan Bohemya’nın ilk manastırı Sv Jıri Manastırı.
Manastır küçük olmasına rağmen yandaki resimden de anlaşılabileceği gibi
oldukça eski.
Kaledeki bir diğer önemli cazibe
merkezi de ortaçağda sarayın yanında bir cadde olarak kurulan Golden Lane
(Zlata Ulicka). Dar sokaklı, ufak evlerden oluşan bu cadde, zaman içinde kale
muhafızlarına, zanaatkarlara ve sanatçılara ev sahipliği yapmış. Sokakta yer
alan 22 numaralı evde ise 1916 yılı kışında Franz Kafka kalmış.
Sokağa
girince sokağın üst katında bir evden girerek merdivenle yukarı çıkın. Bütün
evlerin üst katları birleştirilerek upuzun bir galeriye çevrilmiş. Yol boyunca
çevrenizde zırhlar, kalkanlar, flama ve silahlar size eşlik ediyor.
Hatta silahlara meraklı olanlar
için bir arbelet (tatar yayı) ile atış yapabileceğiniz bir alan bile bulunuyor.
Tabi ki böyle bir şans kaçırılmaz. Golden Lane’deki evlerin bir kısmı eski
hallerini gösterir şekilde dekore edilmişken bir kısmı ise hediyelik dükkanları
haline çevrilmiş.
Bir dönem Kafka’nın kaldığı ev de
ne yazık ki bu dükkana çevrilen yapılardan birisi olmuş.
Golden Lane’den sonra ana kapıdan
çıkıp Vltava Nehrine doğru indiğinizde muhtemelen dünyanın en güzel
köprülerinden birisi; Charles Köprüsünü (Karluv Most) görüyoruz. 516 metrelik
köprü Prag’daki herşey gibi zamansız. 1357 yılında inşaatı başlayan köprü 1402
yılında tamamlanmasının ardından şehir ve sarayı birbirine bağlamış.
Prag’a gittiğinizde mutlaka
uğramanız gereken bir yer Josefov. Eski Yahudi Mahallesi olan Josefov aynı
zamanda Kafka’nın da yaşadığı mahalleymiş. Kafka’nın doğduğu ev artık yıkılmış
fakat evin olduğu yerde Kafka’nın anısına farklı bir heykel var. Josefov’da
farklı farklı sinagoglar olmakla birlikte mimarileri birbirinden oldukça
farklı. En ünlüsü testere dişli çatısıyla yanda gördüğünüz Eski-Yeni Sinagog. 13
YY’a dayanan tarihi olan sinagogun çatısında, ünlü efsane Golem’in ağzındaki
parşömen çıktıktan sonra kalan taştan bedeninin olduğuna inanılırmış.
Josefov’da mutlaka uğramanız
gereken bir diğer yer de Eski Yahudi Mezarlığı. 15.YY’da kurulan mezarlık çok
dar bir alanda yer alan 100 bin mezardan oluşuyormuş. İnsanlar 12 kat derinliğe
üst üste gömülmüşler bu nedenle de mezar taşları inanılmak sıklıkta yan yana, üst
üste dizili.
Mezarlığın hemen bittiği yerde
Klausen Sinagog’u yer alıyor. Bir ibadethaneden çok ufak bir şatoya benzeyen
binanın içinde zengin bir dini eşya sergisi var.
Josefov’dan sonraki istikametimiz şehrin en güzel yeri, kalbi Stare Mesto Meydanı oluyor. Tam ortada Hus Anıtı, doğusunda muhteşem mimarisiyle Tyn Kilisesi ve batısında astronomik saatiyle Stare Mesta Belediye Binası yer alıyor. 14.YY’da bulunan Tyn Kilisesi birbirinin eşi olmayan iki kulesi ile meydanın manzarasının önemli bir kısmını oluşturuyor. Tyn Kilisesi her gün 10:00-13:00 ve 15:00-17:00 saatleri arasında açık.
Kilisenin tam karşısında ise
15.YY’dan kalma Saat Kulesi ile ve yüksek kulesi ile Stare Mesto Belediye
Binası yer alıyor.
15.YY’dan
kalma astronomik her saat başında önünde biriken turistlerle o anlarda şehrin
en kalabalık yeri oluyor. Her saat başında 12 havari yukarıdaki resimde
gördüğünüz pencerelerden çıkıp halkın önünden geçmektedir. Havarilerin hemen
altında o dönemde şehir için tehdit olarak görülen 4 adet hareketli heykel
bulunmaktadır. Bir iskelet görüntüsünde Ölüm çan çalar, elinde para kesesiyle
Yahudi aç gözlülüğü temsil eder, elinde aynasıyla Kibir ve başında sarığıyla
kafasını sallayan Türk. 12 havarinin turunun ardından en üstteki küçük
pencereden bir horoz çıkar ve kanat çırpar. 1-2 dakika süren seremoninin en etkileyici
yanı bu seremoninin 604 yıldır sürmesi.
Stare Mesto birbirinden güzel ve
gotik iki kadının karşılıklı gövde gösterisi gibi iki muhteşem binanın gövde
gösterisini içeriyor.
Stare Mesto’nun en önemli bir
diğer parçası da ve dahi şehrin önemli süslerinden birisi Karluv Most (Charles
Köprüsü) ve kulesi. 14.YY’da IV.Charles tarafından yaptırılan köprüye ilk
heykel de 1683 yılında dikilmiş. St. John heykelinin ardından zamanla 21 heykel
daha köprüdeki yerlerini almış.
Köprünün diğer ucunda ise daha
ufak iki kuleden oluşan yeni bir kapı köprüyü karşı yakaya bağlıyor. Köprüde
bir tur atıp tekrar meydana gelip geceyi bitiriyoruz.
Ertesi gün şehir dışına çıkıp,
Terezin Toplama Kampı’na gidiyoruz. Terezin aslında Çek Cumhuriyeti’nde bir
kasaba. Prag merkezden buraya otobüsle gidebiliyorsunuz. Şehirde indikten sonra
10-15 dakikalık bir yürüyüşle toplama kampına ulaşıyoruz. İkinci Dünya
Savaşında 1941-1945 yılları arasında açık kalmış olan bu kamp, Avrupa’daki
diğer pek çok örneği gibi Yahudilerin ve Çingenelerin toplandığı çalışma
kamplarından birisiymiş. Üzerinde isimlerinin yazdığı yüzlerce taşın üzerinde
haç ve Yahudi yıldızı ölenlerin mezarı görevi görüyor.
Resimde görülen kapı, toplama
kampının kapısı. Siyah beyaz resim ise o döneme ait ve esirleri gösteren bir
fotoğraf. O dönemin duvarları arasında dolaştığımız bu binada yaşanan acı,
korku ve ölümleri idrak etmeye ne aklımız ne de ruhumuz yetmiyor.
Ana kapıdan girdikten sonra en
iyi odaların olduğu bölgenin kapısı üzerinde o dönem çalışma kamplarının
hepsinde yazan “Arbeit Macht Frei” yani “Çalışmak Özgürleştirir” yazıyor.
Tahta ranzaların yan yana dizildiği,
yastık olarak sadece bir kısmında eğimli başka bir tahtanın olduğu yataklar
insanlıktan oldukça uzak. Bundan sadece 60 yıl gibi kısa bir süre önce millet
ve din faşizmi gibi orta çağdan kalmış fikirlerin dünyaya yaşattıkları
inanılmaz. Ve daha önce dediğim gibi burası kampın en iyi yeri.
Daha oradan çıktıktan sonra biraz
ilerleyince karşımıza hücreler çıkıyor. Arka arkaya dizilmiş kapılar ufacık
hücrelere açılıyor.
Bir insanın ancak içinde
durabileceği hücrelere üçer dörder kişi kapatıldıklarını öğreniyoruz. Bu kısımdaki
hücre ve odalar önceki bölümdekilerden çok daha kötü ve korkunç.
Barakaların tam ortasında ise 27
numara ile işaretli duvar önünde Nazi askerleri idamları gerçekleştiriyormuş.
Ve tabi idam sehpaları… Faşizmin
olduğu yerde mutlaka olan başka bir lanet…
Odaların bazılarında ise ufak birer
sergi tadında ölümün duvarlarında renkler insana dokunuyor. 1-2 saat toplama
kampında kalarak dünya üzerinde Tanrı’nın gölgesi dediğimiz insan soyunun
aslında ne kadar aciz ve soysuz bir mahluk olduğuna lanet okuyarak oradan
uzaklaşıyoruz.
Barut Kulesi’ne çıkabiliyorsunuz
ve oradaki manzara için de çıkmaya değer. Prag’a kadar gitmişken tembellik
etmeyin ve mutlaka çıkın.
Bir diğer çıkmanız gereken kule ise daha önce
sözünü ettiğimiz Karluv Most’ta yer alan kule. Kuleden Karluv Most (Charles
Köprüsü) ve Prag Kalesi görülebiliyor ve tabi Vltava Nehri.
Akşam tekrar Stare Mesto
Meydanına döndüğümüzde şansımıza meydanda da festival vardı. Meydanda kurulmuş
olan bir sahnede konser vardı.
Ertesi gün sabah erkenden şehrin
en değişik ve ünlü binalarından Tancici Dum (Dans Eden Ev)’u görmeye gidiyoruz.
Resimden de görebileceğiniz gibi ev dans eden bir çifti andırıyor ve halk
arasında evlere Fred ve Ginger deniyor.
Şehirde diğer önemli görülmesi
gereken yerlerin başında da Ulusal Müze yer alıyor. Müze modern Prag’ın en
önemli merkezi Wenceslas Meydanında yer alıyor. Gittiğimiz dönemde kapalı
olmasına rağmen dışı gerçekten çok gösterişli ve etkileyici bir bina.
Ulusal Müzenin hemen önünde de meydana
adını veren Wenceslas Anıtı yer alıyor. Anıtın asıl önemi ise, Sovyet Rusya’nın
Çekoslavakya’yı işgalini protesto eden Jan Palach adlı bir felsefe öğrencisinin
ve üç gün sonrasında Jan Zajic adlı bir gencin kendilerini tam da bu noktada,
heykelin önünde yakarak ölmelerinden kaynaklanmaktadır. İki gencin anısında
heykelin önünde adları yazmaktadır. Henüz 20 yaşında ölen bu gencin ölümü Prag
halkı için pek çok şeyin tetikleyicisi olmuş bu dönemde.
Prag’a kadar gelip de Vltava
Nehri gibi güzel bir nehirde tekne turu yapmadan dönülmez tabi ki. Bizim de
sonraki durağımız tekne turu oluyor. Tekne turu yapacaklar için, Karluv Most’un
hemen önünde Sv.Frantisek binasının hemen önündeki meydanın tam altında aslında
bir liman olduğunu belirtelim. Meydanın hemen yan tarafındaki bir merdivenle
buraya iniyorsunuz ve güzel tur tekneleri sizi bekliyor.
Uygun bir ücretle 1 saat kadar bir tekne turu yapabiliyorsunuz nehirde. Yürüyerek dolaşmaya doyulamayan Prag’ı tekneyle dolaşarak doymak ise imkansız. Tekne turundan sonra tekrar Karluv Most’a gidiyor ve güzel köprüyü bir kez de gündüz gözüyle geçiyoruz.
Köprünün hemen bittiği yerde
köprünün aşağısında kurulmuş festival tadında bir panayır var. Çeşit çeşit
yiyeceğin, şarabın yer aldığı panayırı kısaca bir görüp sonra tekrar gelmek
üzere ayrılıyoruz. Amacımız Karluv Most Belediye Binası’nın kulesine çıkmak.
Kule en güzel meydan manzarasına
sahip. Kuleye çıkıp bol bol çevreyi izledikten sonra Belediye Binasının
gezdirildiği tura katılıyoruz.
Turun başladığı nokta Astronomik
Saatin odası oluyor. Tam saatlerde aşağıdan gördüğünüz azizleri hemen yanından
görüyoruz.
Turda asıl görülecek yerler,
binanın altında, yer altındaki tünel ve zindanlar oluyor. Tünel ve zindanlar
yer altından yer üstünde akmaya devam eden zamana meydan okuyor.
Prag’a gelindiğinden fırsat varsa
gidilmesi gereken bir kafe de bulunuyor. Dünyanın en iyi kafelerinden birisi
olarak gösterilen Cafe Imperial. Bu kafede oturup tatlı ve yanında şarabınızı
içmeden şehirden ayrılmayın. Biz de şehirdeki son günü böyle değerlendiriyor ve
dünyanın en güzel şehirlerinden birisine veda ediyoruz.