Sayfalar

12 Nisan 2014 Cumartesi

Belgrad


22 Mart 2014 sabahı erken saatte Sırbistan’ın başkenti, Osmanlı tarihinde sık sık adını duyduğumuz şehir Belgrad’a doğru THY uçağı ile yola çıkıyoruz. Bir saatlik uçuşun ardından Sırbistan’ın en büyük ve kalabalık şehri Balgrad’a varıyoruz. Vizesiz girebildiğimiz sayılı ülkelerden birisi olan Sırbistan’a gittiğinizde sizi ilk önce uçak kapısında polisler karşılıyor ve ilk kontrolü yapıyorlar. Yani giderken buna hazır olun ve şaşırmayın. Kapıdaki kontrol üstün körü ve pasaportunuzu şöyle bir gösterip geçiyorsunuz.  Ardından gerçek gümrük kontrolüne geliyorsunuz. Nikola Tesla Havaalanı küçük olduğu için içerde çok vakit kaybetmiyoruz. Havaalanı şehre 13 km mesafede ve diğer pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi şehir merkezine direkt metro vb. ile ulaşım yok. Şehir merkezine ulaşımı ya otobüsle, minibüsle ya shuttlela ya da taksiyle yapabiliyorsunuz. Biz minibüsü tercih ettik, havaalanının çıkış kapısında hemen sol tarafta durağı görüyorsunuz. Çıkış kapısında bekleyen taksiciler otobüslerin şehir merkezine kadar gitmediğini ve uzakta bıraktığını söyleyip tamamen alakasız bir duraktan bahsediyorlar. A1 hattı ile Belgrad Otobüs Terminali’ne kadar gidiyoruz. Şehir merkezine buradan yürüyerek 10-15 dakikada ulaşabiliyorsunuz. (Bu arada taksiyle gitmekte kararlıysanız havaalanında pre paid taxi servisi var)Terminalden indiğimiz gibi Marsala Birjuzova Caddesindeki otelimize gidip, henüz saat sabahın onu olduğundan çantalarımızı bıraktığımız gibi dışarı çıkıyoruz. Biz Belgrad’a iki gün kalacağımız durmadan, dinlenmeden atıyoruz kendimizi sokağa emin olun Belgrad için iki dolu gün yeter.

Zamanımızın yetmemesi ihtimaline karşı ilk olarak merkeze uzak olan yerleri gezmeye karar veriyoruz. Şehrin en ünlü oteli Hotel Moskva gözümüze çarpan ilk değişik bina oluyor.

Otel Sırbistan’a gelen her ünlünün, politikacının yani hep VIP’nin tercih ettiği otel olmasıyla ünlüymüş. Otelin hemen önünde küçük bir çeşme duruyor. Otelin önünden Kralja Aleksandra Caddesinde yürüyerek St.Mark’s Kilisesi’ne geldik. Kilisenin farklı olan yanı, kilisenin ön yüzünde tam ortada kalan kulesi.

Kule diğer Avrupa ülkelerindeki gibi şatafatlı olmanın tam tersine gösterişten uzak ve sakin bir yapı.
 
1940 yılında yapılan binanın içinde Katolik kiliselerinden farklı olarak banklar yok ve insanlar ibadetlerini ayakta gerçekleştiriyorlar. Bu arada belirtelim Sırbistan halkının büyük çoğunluğu Ortodoks Hristiyan.

Belgrad’a geldiğinizde mutlaka merkeze biraz uzak olmasına bakmadan Nikola Tesla Müzesine gidin. Dünyanın en büyük fizikçilerinden birisinin özel eşyaları ve çalışmalarının gösterildiği bu müze oldukça farklı. Bir rehber sizi gezdirirken aynı zamanda çalışmaları ve deneyleri de detaylı olarak anlatıyor.

1856 yılında doğan Sırp fizikçi hayatı boyunca 300’e yakın patent almış ve bunların arasında çok iyi bildiğimiz uzaktan kumanda, radar gibi aletler de var. Yandaki resim de elektriğin kablosuz aktarılabileceği konusunda meşhur çalışmaları yaptığı alet. Tesla, uzaktan kumandayı insanlar ve bilim adamlarına ispat etmek için uzaktan kumandalı bir yüzen tekne kullanmış ve müzede çalışma şeklini bir replikada görebiliyorsunuz.

Yanda görmekte olduğunuz kürenin içinde ise Nikola Tesla’nın külleri yer alıyor ve dikkatli bakarsanız külleri koruyan kürenin Tesla’nın yıllarını verdiği deney aletlerinden birisine ne kadar çok benzediğini farkedersiniz.
Tesla Müzesinden sonra biraz yürüyerek bir sonraki istikametimize, St.Sava Kilisesine gidiyoruz. Kilise Avrupa’nın en büyük kiliselerinden birisi ama halen inşaatı devam ediyor. 1895 yılında başlayan inşaat 1989’da tamamlanmış ama kilisenin içinde halen çalışma devam ediyor. Özellikle Paskalya törenlerinde kilisede özel törenler düzenleniyormuş.

Kilisenin içi ise çok geniş olmasına rağmen tadilatın verdiği boşlukla beraber biraz hayal kırıklığı yaratıyor bende. St.Sava Kilisesinden çıktıktan sonra şehir meydanına doğru Kralja Milana Caddesinden yürüyoruz. Şehrin en ünlü caddelerinden birisi de bu cadde. Cadde üzerinde Stari Dvor (Eski Saray) ve Novi Dvor (Yeni Saray) yer alıyor. Stari Dvor’un balkonunda yer alan  Karyatidler bana Atina’yı hatırlatıyor. Karyatidlerin mimaride kullanıldığını sadece Akropol’de gören birisi olarak Stari Dvor’da da görmek hoş oluyor.
Belgrad’da yapmanız gereken bir şey ise, şehrin her yerinde göreceğiniz pizzacılardan birer dilim pizza alıp yolda dikilip yemek. Pizzaları gerçekten lezzetli ama domuz eti yemiyorsanız yiyebileceğiniz bir pizza bulmak biraz zaman alabilir.





Mutlaka zaman geçireceğiniz ve görmeniz gereken bir başka yer de Knez Mihailova. Caddeyi, şehrin İstiklal Caddesi gibi düşünebilirsiniz aslında. Araç trafiğine kapalı, dükkan ve kafelerle dolu kalabalık bir cadde. Tek fark burada insanlar sokakta bir masada oturup yemeğini yiyip içkisini içebiliyor. İstanbul’da özlediğimiz bir özgürlük…
Knez Mihailova Caddesini yürüdükten sonra karşınıza devasa bahçeleriyle Kalemegdan çıkıyor. İsminden de anlaşılacağı gibi burası bir kale ve şehrin eski meydanı. 1521 yılında Osmanlı hakimiyetine giren şehirde bize ait bulabildiğiniz pek çok şeyden birisi de en ünlü meydanının adı.
Meydanda kaleye girmeden önce bahçelerde dolaşmaya karar veriyoruz. Dikkatimizi çeken ilk çek Sırp’ların her fırsat bulduklarında satranç oynamaları oluyor. Satranç oynayan pek çok insan ve onların başında toplanmış oyunlarını izleyen daha da fazla insanla özellikle Kalemegdan’da sıkça karşılaşabiliyorsunuz. Belgrad’ın en büyük özelliği Tuna ve Sava Nehirlerinin birleştiği yerde yer alması ve bu iki nehir tam da Kalemegdan’ın ayağında birleşiyor.
 

Kalemegdan iki nehrin arasında kalmış bir yarım ada anlayacağınız. İçinde kale, müzeler, bahçeler ve hatta bir hayvanat bahçesi bile yer alıyor.
 
Kalenin içinde girmeden biz önce bahçelerini dolaştık ve iyi ki de öyle yapmışız, çünkü tam anlamıyla bir şato ya da kale olarak görebileceğiniz tek bina Silah Müzesi oluyor. Mutlaka görülmesi gereken bir başka yer de Viktor Anıtı.Yukarıda Sava Nehirlerinin birleştiği yeri görebilirsiniz. Resimden de anlayabileceğiniz gibi Belgrad yemyeşil bir şehir.

Belgrad’da bize dair bir başka şey de Damat Ali Paşa Türbesi. Türbeyi görünce Damat Ali Paşa için dua etmeden gitmedik.


Kalemegdan MS 378 yılında oluşmaya başlamış ve eskiden surlar içeride yaşayan halkı korurmuş. Kaleyi ve bahçelerini gezdikten sonra  biraz dinlenmek için Knez Mihailova caddesine dönüyoruz. Cadde arasında bir kafede oturuyoruz.

Kafenin adı Muno Cafe. Gözünüze takılırsa tavsiye ederiz çünkü tatlıları gerçekten çok lezzetli. Tatlılarla beraber Sırbistan’ın meşhur birası Jelen de istiyoruz. Bu biranın mutlaka tadına bakın, çok hoş ve yumuşak bir tadı var.


Skadarlija Caddesi mutlaka gitmeniz gereken bir başka yer. Yan yana restoranların, barların dizildiği bu cadde geceleri oldukça hareketleniyormuş. Biz gecesini görmedik ama akşamüzeri bile hareketlenmeye başlamıştı. Burada bir mekana oturup Yugoslav Bölgesinin ünlü yemeği cevapcici kebabının tadına mutlaka bakın.

Belgrad’a gelmeden önce araştırmalarımızda Zemun Bölgesinin gece hayatının oldukça renkli olduğunu duyduğumuzdan akşam Marsala Birjuzova Caddesinden otobüse binerek yarım saatlik bir yolculukla buraya ulaştık ama doğruyu söylemek gerekirse harcadığımız zamana yazıkmış. Zemun’a vardığımızda 3-5 tane bomboş mekan vardı ve doğru düzgün kimse de yoktu. Biraz dolaşıp tekrar otobüsle merkeze gelerek, bir mekana oturduk. Ülkenin en ünlü içkisi rakija dedikleri bir çeşit brendi. Aklınızda olsun tadına bakmak için içebilirsiniz ama yanına başka bir içecek de söyleyin çünkü rakija inanılmaz sert bir içki ve kuru kuru içmek biraz zor olacaktır.

Belgrad’da Sava Nehrinin kenarında karşılaşacağınız bir diğer farklı şey de nehir üzerindeki tekne oteller. Konaklama için bu otelleri tercih edebilirsiniz, farklı bir deneyim olsa gerek yüzen bir otelde kalmak.

Ertesi gün biraz dolaştıktan sonra tekrar Kalemegdan’a gidiyoruz amacımız Hayvanat Bahçesini görmek. Ama doğrusu çıktığımızda görmez olsaydık da demedik değil. Hayvanlar oldukça kötü şartlarda ve normal yaşam alanlarından çok farklı bir ortamda hayatta kalmaya çalışıyorlar.





Hayvanat bahçesindeki en tatlı şey işte bu fildi.







Belgrad'a gidince mutlaka;
Belgrad’ın kendine has bir kokusu var ve bu koku emin olun mısır kokusu. Biz görünce çok şaşırdık, her yerde patlamış mısır satıcıları ve önlerinde uzun sıralar var. Biz de aldık tabi ki özellikle çikolata ve karamelli patlamış mısırı deneyin.

Belgrad’ta mutlaka denemeniz gereken bir diğer şey de hamur işleri. Pekara adı verilen bu dükkanlardaki hamur işleri inanılmaz lezzetli ve taze. Yandaki bu dükkandan aldığımız kayısılı tatlının tadına doyamadık doğrusu. Mutlaka deneyin.
Ufak dükkanlarda satılan pizzalardan alıp yolda gelen geçene bakarak pizzanızın tadını çıkarın
Sırpların erkekleri de kadınları da oldukça uzun, Türk’ler olarak boy ortalamamız onların oldukça altında kalıyor o nedenle hiç boy kompleksine girmeden rahatça gezin.
Dediğimiz gibi Sırplar yıllarca Türk egemenliğinde kaldığı için yolda çocukları hızlı yürüsün diye onlara “Haydi” diye seslenen bir anne ya da telefonda arkadaşına telefonu kapatırken “Haydi” diyen bir kız görürseniz şaşırmayız zira biz gördük.

Belgrad sokak aralarında karşılaşacağınız şeyler sizi şaşırtabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder