22 Mart 2014 sabahı erken saatte
Sırbistan’ın başkenti, Osmanlı tarihinde sık sık adını duyduğumuz şehir Belgrad’a
doğru THY uçağı ile yola çıkıyoruz. Bir saatlik uçuşun ardından Sırbistan’ın en
büyük ve kalabalık şehri Balgrad’a varıyoruz. Vizesiz girebildiğimiz sayılı
ülkelerden birisi olan Sırbistan’a gittiğinizde sizi ilk önce uçak kapısında polisler
karşılıyor ve ilk kontrolü yapıyorlar. Yani giderken buna hazır olun ve
şaşırmayın. Kapıdaki kontrol üstün körü ve pasaportunuzu şöyle bir gösterip
geçiyorsunuz. Ardından gerçek gümrük kontrolüne
geliyorsunuz. Nikola Tesla Havaalanı küçük olduğu için içerde çok vakit
kaybetmiyoruz. Havaalanı şehre 13 km mesafede ve diğer pek çok Avrupa ülkesinde
olduğu gibi şehir merkezine direkt metro vb. ile ulaşım yok. Şehir merkezine
ulaşımı ya otobüsle, minibüsle ya shuttlela ya da taksiyle yapabiliyorsunuz. Biz
minibüsü tercih ettik, havaalanının çıkış kapısında hemen sol tarafta durağı
görüyorsunuz. Çıkış kapısında bekleyen taksiciler otobüslerin şehir merkezine
kadar gitmediğini ve uzakta bıraktığını söyleyip tamamen alakasız bir duraktan
bahsediyorlar. A1 hattı ile Belgrad Otobüs Terminali’ne kadar gidiyoruz. Şehir merkezine
buradan yürüyerek 10-15 dakikada ulaşabiliyorsunuz. (Bu arada taksiyle gitmekte
kararlıysanız havaalanında pre paid taxi servisi var)Terminalden indiğimiz gibi
Marsala Birjuzova Caddesindeki otelimize gidip, henüz saat sabahın onu
olduğundan çantalarımızı bıraktığımız gibi dışarı çıkıyoruz. Biz Belgrad’a iki
gün kalacağımız durmadan, dinlenmeden atıyoruz kendimizi sokağa emin olun
Belgrad için iki dolu gün yeter.
Zamanımızın yetmemesi ihtimaline
karşı ilk olarak merkeze uzak olan yerleri gezmeye karar veriyoruz. Şehrin en
ünlü oteli Hotel Moskva gözümüze çarpan ilk değişik bina oluyor.
Otel Sırbistan’a gelen her
ünlünün, politikacının yani hep VIP’nin tercih ettiği otel olmasıyla ünlüymüş. Otelin
hemen önünde küçük bir çeşme duruyor. Otelin önünden Kralja Aleksandra
Caddesinde yürüyerek St.Mark’s Kilisesi’ne geldik. Kilisenin farklı olan yanı,
kilisenin ön yüzünde tam ortada kalan kulesi.
Kule diğer Avrupa ülkelerindeki gibi şatafatlı olmanın tam tersine gösterişten uzak ve sakin bir yapı.
1940 yılında yapılan binanın
içinde Katolik kiliselerinden farklı olarak banklar yok ve insanlar
ibadetlerini ayakta gerçekleştiriyorlar. Bu arada belirtelim Sırbistan halkının
büyük çoğunluğu Ortodoks Hristiyan.
Belgrad’a geldiğinizde mutlaka
merkeze biraz uzak olmasına bakmadan Nikola Tesla Müzesine gidin. Dünyanın en
büyük fizikçilerinden birisinin özel eşyaları ve çalışmalarının gösterildiği bu
müze oldukça farklı. Bir rehber sizi gezdirirken aynı zamanda çalışmaları ve
deneyleri de detaylı olarak anlatıyor.
Yanda görmekte olduğunuz kürenin içinde
ise Nikola Tesla’nın külleri yer alıyor ve dikkatli bakarsanız külleri koruyan
kürenin Tesla’nın yıllarını verdiği deney aletlerinden birisine ne kadar çok
benzediğini farkedersiniz.
Tesla Müzesinden sonra biraz
yürüyerek bir sonraki istikametimize, St.Sava Kilisesine gidiyoruz. Kilise
Avrupa’nın en büyük kiliselerinden birisi ama halen inşaatı devam ediyor. 1895
yılında başlayan inşaat 1989’da tamamlanmış ama kilisenin içinde halen çalışma
devam ediyor. Özellikle Paskalya törenlerinde kilisede özel törenler
düzenleniyormuş.
Kilisenin içi ise çok geniş
olmasına rağmen tadilatın verdiği boşlukla beraber biraz hayal kırıklığı
yaratıyor bende. St.Sava Kilisesinden çıktıktan sonra şehir meydanına doğru
Kralja Milana Caddesinden yürüyoruz. Şehrin en ünlü caddelerinden birisi de bu
cadde. Cadde üzerinde Stari Dvor (Eski Saray) ve Novi Dvor (Yeni Saray) yer
alıyor. Stari Dvor’un balkonunda yer alan Karyatidler bana Atina’yı hatırlatıyor.
Karyatidlerin mimaride kullanıldığını sadece Akropol’de gören birisi olarak
Stari Dvor’da da görmek hoş oluyor.
Belgrad’da yapmanız gereken bir
şey ise, şehrin her yerinde göreceğiniz pizzacılardan birer dilim pizza alıp
yolda dikilip yemek. Pizzaları gerçekten lezzetli ama domuz eti yemiyorsanız
yiyebileceğiniz bir pizza bulmak biraz zaman alabilir.
Mutlaka zaman geçireceğiniz ve
görmeniz gereken bir başka yer de Knez Mihailova. Caddeyi, şehrin İstiklal
Caddesi gibi düşünebilirsiniz aslında. Araç trafiğine kapalı, dükkan ve
kafelerle dolu kalabalık bir cadde. Tek fark burada insanlar sokakta bir masada
oturup yemeğini yiyip içkisini içebiliyor. İstanbul’da özlediğimiz bir özgürlük…
Knez Mihailova Caddesini
yürüdükten sonra karşınıza devasa bahçeleriyle Kalemegdan çıkıyor. İsminden de
anlaşılacağı gibi burası bir kale ve şehrin eski meydanı. 1521 yılında Osmanlı
hakimiyetine giren şehirde bize ait bulabildiğiniz pek çok şeyden birisi de en
ünlü meydanının adı.
Meydanda kaleye girmeden önce
bahçelerde dolaşmaya karar veriyoruz. Dikkatimizi çeken ilk çek Sırp’ların her
fırsat bulduklarında satranç oynamaları oluyor. Satranç oynayan pek çok insan
ve onların başında toplanmış oyunlarını izleyen daha da fazla insanla özellikle
Kalemegdan’da sıkça karşılaşabiliyorsunuz. Belgrad’ın en büyük özelliği Tuna ve
Sava Nehirlerinin birleştiği yerde yer alması ve bu iki nehir tam da Kalemegdan’ın
ayağında birleşiyor.
Kalemegdan iki nehrin arasında
kalmış bir yarım ada anlayacağınız. İçinde kale, müzeler, bahçeler ve hatta bir
hayvanat bahçesi bile yer alıyor.
Kalenin içinde girmeden biz önce bahçelerini dolaştık ve iyi ki de öyle yapmışız, çünkü tam anlamıyla bir şato ya da kale olarak görebileceğiniz tek bina Silah Müzesi oluyor. Mutlaka görülmesi gereken bir başka yer de Viktor Anıtı. Yukarıda Sava Nehirlerinin birleştiği yeri görebilirsiniz. Resimden de anlayabileceğiniz gibi Belgrad yemyeşil bir şehir.
Belgrad’da bize dair bir başka
şey de Damat Ali Paşa Türbesi. Türbeyi görünce Damat Ali Paşa için dua etmeden
gitmedik.
Kalemegdan MS 378 yılında
oluşmaya başlamış ve eskiden surlar içeride yaşayan halkı korurmuş. Kaleyi ve
bahçelerini gezdikten sonra biraz
dinlenmek için Knez Mihailova caddesine dönüyoruz. Cadde arasında bir kafede
oturuyoruz.
Kafenin adı Muno Cafe. Gözünüze
takılırsa tavsiye ederiz çünkü tatlıları gerçekten çok lezzetli. Tatlılarla
beraber Sırbistan’ın meşhur birası Jelen de istiyoruz. Bu biranın mutlaka
tadına bakın, çok hoş ve yumuşak bir tadı var.
Skadarlija Caddesi mutlaka
gitmeniz gereken bir başka yer. Yan yana restoranların, barların dizildiği bu
cadde geceleri oldukça hareketleniyormuş. Biz gecesini görmedik ama akşamüzeri bile
hareketlenmeye başlamıştı. Burada bir mekana oturup Yugoslav Bölgesinin ünlü
yemeği cevapcici kebabının tadına mutlaka bakın.
Belgrad’a gelmeden önce
araştırmalarımızda Zemun Bölgesinin gece hayatının oldukça renkli olduğunu
duyduğumuzdan akşam Marsala Birjuzova Caddesinden otobüse binerek yarım saatlik
bir yolculukla buraya ulaştık ama doğruyu söylemek gerekirse harcadığımız
zamana yazıkmış. Zemun’a vardığımızda 3-5 tane bomboş mekan vardı ve doğru
düzgün kimse de yoktu. Biraz dolaşıp tekrar otobüsle merkeze gelerek, bir
mekana oturduk. Ülkenin en ünlü içkisi rakija dedikleri bir çeşit brendi.
Aklınızda olsun tadına bakmak için içebilirsiniz ama yanına başka bir içecek de
söyleyin çünkü rakija inanılmaz sert bir içki ve kuru kuru içmek biraz zor
olacaktır.
Belgrad’da Sava Nehrinin
kenarında karşılaşacağınız bir diğer farklı şey de nehir üzerindeki tekne
oteller. Konaklama için bu otelleri tercih edebilirsiniz, farklı bir deneyim
olsa gerek yüzen bir otelde kalmak.
Ertesi gün biraz dolaştıktan
sonra tekrar Kalemegdan’a gidiyoruz amacımız Hayvanat Bahçesini görmek. Ama
doğrusu çıktığımızda görmez olsaydık da demedik değil. Hayvanlar oldukça kötü
şartlarda ve normal yaşam alanlarından çok farklı bir ortamda hayatta kalmaya
çalışıyorlar.
Hayvanat bahçesindeki en tatlı
şey işte bu fildi.
Belgrad’ın kendine has bir kokusu
var ve bu koku emin olun mısır kokusu. Biz görünce çok şaşırdık, her yerde patlamış
mısır satıcıları ve önlerinde uzun sıralar var. Biz de aldık tabi ki özellikle
çikolata ve karamelli patlamış mısırı deneyin.
Belgrad’ta mutlaka denemeniz
gereken bir diğer şey de hamur işleri. Pekara adı verilen bu dükkanlardaki
hamur işleri inanılmaz lezzetli ve taze. Yandaki bu dükkandan aldığımız
kayısılı tatlının tadına doyamadık doğrusu. Mutlaka deneyin.
Ufak dükkanlarda satılan
pizzalardan alıp yolda gelen geçene bakarak pizzanızın tadını çıkarın
Sırpların erkekleri de kadınları
da oldukça uzun, Türk’ler olarak boy ortalamamız onların oldukça altında
kalıyor o nedenle hiç boy kompleksine girmeden rahatça gezin.
Dediğimiz gibi Sırplar yıllarca
Türk egemenliğinde kaldığı için yolda çocukları hızlı yürüsün diye onlara “Haydi”
diye seslenen bir anne ya da telefonda arkadaşına telefonu kapatırken “Haydi”
diyen bir kız görürseniz şaşırmayız zira biz gördük.
Belgrad sokak aralarında
karşılaşacağınız şeyler sizi şaşırtabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder