Sayfalar

30 Nisan 2014 Çarşamba

Prag


10 Temmuz 2013 tarihinde daha önceki yazılarımızda detaylarıyla anlattığımız Salzburg’dan Prag’a doğru otobüsle yola çıktık. 4 saat kadar bir yolculuktan sonra Dünya’nın en gotik şehirlerinden birisi Prag’a geliyoruz. M.Ö. 2. YY’a dayanan tarihiyle Prag her zaman insanlığın gözbebeği olmuş şehirlerden. Zengin tarihi, göğe yüzüne yükselen kuleleri, farklı mimarisi ile halen de önemli bir çekim merkezi.

Vltava Nehri kenarına kurulan şehir, evladı Kafka’nın romanlarının havasını barındıracak şekilde modern ama kasvetli. Biz Prag’ı gezdiğimiz gezimizde Prag’la beraber Salzburg, Münih, Budapeşte, Viyana ve Bratislava’yı da görmüştük fakat içlerinde beni en çok etkileyen Prag oldu.


Prag’da görülmesi gereken pek çok yer var ama çoğu birbirine yakın olduğu için biz şehri gezerken toplu taşımayı kullanmaya hiç ihtiyaç duymadık. Zaten Prag adım adım gezmeniz gereken bir şehir biraz da. Bizim ilk istikametimiz Vltava Nehrinin batı kıyısında kalan Prag Kalesi oluyor. Tarihi 13 YY’a dayanan Kale şehrin siluetinde de önemli bir etkiye sahip. Kale aslında bir kompleks ve bu kompleksin en önemli parçası da St.Vitus Katedrali.

Eskiden kralların taç giydiği bu katedral kaleye ana giriş kapısından girdikten sonra sizi karşılayan ilk yapı oluyor.
 
Özellikle katedral içindeki vitraylar çok detaylı ve rengarenk. Resmedilen insanların yüzündeki ifadelerden giysilerindeki renklerin çeşitliliğine kadar her şey kusursuz işlenmiş. Katedralin sadece vitrayları değil barındırdığı her şey ince bir emeğin ürünü.
 

Gümüşten yapılmış heykelleri ile Aziz John mezarının örtülerini taşıyan melekler bile gerçekten havada süzülüyor gibiler.
 
Kale içindeki bir diğer önemli nokta ise, 973 yılında kurulan Bohemya’nın ilk manastırı Sv Jıri Manastırı. Manastır küçük olmasına rağmen yandaki resimden de anlaşılabileceği gibi oldukça eski.

 
Kaledeki bir diğer önemli cazibe merkezi de ortaçağda sarayın yanında bir cadde olarak kurulan Golden Lane (Zlata Ulicka). Dar sokaklı, ufak evlerden oluşan bu cadde, zaman içinde kale muhafızlarına, zanaatkarlara ve sanatçılara ev sahipliği yapmış. Sokakta yer alan 22 numaralı evde ise 1916 yılı kışında Franz Kafka kalmış.
 

Sokağa girince sokağın üst katında bir evden girerek merdivenle yukarı çıkın. Bütün evlerin üst katları birleştirilerek upuzun bir galeriye çevrilmiş. Yol boyunca çevrenizde zırhlar, kalkanlar, flama ve silahlar size eşlik ediyor.
 
 

Hatta silahlara meraklı olanlar için bir arbelet (tatar yayı) ile atış yapabileceğiniz bir alan bile bulunuyor. Tabi ki böyle bir şans kaçırılmaz. Golden Lane’deki evlerin bir kısmı eski hallerini gösterir şekilde dekore edilmişken bir kısmı ise hediyelik dükkanları haline çevrilmiş.
 
Bir dönem Kafka’nın kaldığı ev de ne yazık ki bu dükkana çevrilen yapılardan birisi olmuş.
 
Golden Lane’den sonra ana kapıdan çıkıp Vltava Nehrine doğru indiğinizde muhtemelen dünyanın en güzel köprülerinden birisi; Charles Köprüsünü (Karluv Most) görüyoruz. 516 metrelik köprü Prag’daki herşey gibi zamansız. 1357 yılında inşaatı başlayan köprü 1402 yılında tamamlanmasının ardından şehir ve sarayı birbirine bağlamış.







 

Prag’a gittiğinizde mutlaka uğramanız gereken bir yer Josefov. Eski Yahudi Mahallesi olan Josefov aynı zamanda Kafka’nın da yaşadığı mahalleymiş. Kafka’nın doğduğu ev artık yıkılmış fakat evin olduğu yerde Kafka’nın anısına farklı bir heykel var. Josefov’da farklı farklı sinagoglar olmakla birlikte mimarileri birbirinden oldukça farklı. En ünlüsü testere dişli çatısıyla yanda gördüğünüz Eski-Yeni Sinagog. 13 YY’a dayanan tarihi olan sinagogun çatısında, ünlü efsane Golem’in ağzındaki parşömen çıktıktan sonra kalan taştan bedeninin olduğuna inanılırmış.
 


Josefov’da mutlaka uğramanız gereken bir diğer yer de Eski Yahudi Mezarlığı. 15.YY’da kurulan mezarlık çok dar bir alanda yer alan 100 bin mezardan oluşuyormuş. İnsanlar 12 kat derinliğe üst üste gömülmüşler bu nedenle de mezar taşları inanılmak sıklıkta yan yana, üst üste dizili.

Mezarlığın hemen bittiği yerde Klausen Sinagog’u yer alıyor. Bir ibadethaneden çok ufak bir şatoya benzeyen binanın içinde zengin bir dini eşya sergisi var.
 
Josefov’dan sonraki istikametimiz şehrin en güzel yeri, kalbi Stare Mesto Meydanı oluyor. Tam ortada Hus Anıtı, doğusunda muhteşem mimarisiyle Tyn Kilisesi ve batısında astronomik saatiyle Stare Mesta Belediye Binası yer alıyor. 14.YY’da bulunan Tyn Kilisesi birbirinin eşi olmayan iki kulesi ile meydanın manzarasının önemli bir kısmını oluşturuyor. Tyn Kilisesi her gün 10:00-13:00 ve 15:00-17:00 saatleri arasında açık.
 
Kilisenin tam karşısında ise 15.YY’dan kalma Saat Kulesi ile ve yüksek kulesi ile Stare Mesto Belediye Binası yer alıyor.

15.YY’dan kalma astronomik her saat başında önünde biriken turistlerle o anlarda şehrin en kalabalık yeri oluyor. Her saat başında 12 havari yukarıdaki resimde gördüğünüz pencerelerden çıkıp halkın önünden geçmektedir. Havarilerin hemen altında o dönemde şehir için tehdit olarak görülen 4 adet hareketli heykel bulunmaktadır. Bir iskelet görüntüsünde Ölüm çan çalar, elinde para kesesiyle Yahudi aç gözlülüğü temsil eder, elinde aynasıyla Kibir ve başında sarığıyla kafasını sallayan Türk. 12 havarinin turunun ardından en üstteki küçük pencereden bir horoz çıkar ve kanat çırpar. 1-2 dakika süren seremoninin en etkileyici yanı bu seremoninin 604 yıldır sürmesi.
 
Stare Mesto birbirinden güzel ve gotik iki kadının karşılıklı gövde gösterisi gibi iki muhteşem binanın gövde gösterisini içeriyor.
 
Stare Mesto’nun en önemli bir diğer parçası da ve dahi şehrin önemli süslerinden birisi Karluv Most (Charles Köprüsü) ve kulesi. 14.YY’da IV.Charles tarafından yaptırılan köprüye ilk heykel de 1683 yılında dikilmiş. St. John heykelinin ardından zamanla 21 heykel daha köprüdeki yerlerini almış.
 
Köprünün diğer ucunda ise daha ufak iki kuleden oluşan yeni bir kapı köprüyü karşı yakaya bağlıyor. Köprüde bir tur atıp tekrar meydana gelip geceyi bitiriyoruz.
 
 
Ertesi gün şehir dışına çıkıp, Terezin Toplama Kampı’na gidiyoruz. Terezin aslında Çek Cumhuriyeti’nde bir kasaba. Prag merkezden buraya otobüsle gidebiliyorsunuz. Şehirde indikten sonra 10-15 dakikalık bir yürüyüşle toplama kampına ulaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşında 1941-1945 yılları arasında açık kalmış olan bu kamp, Avrupa’daki diğer pek çok örneği gibi Yahudilerin ve Çingenelerin toplandığı çalışma kamplarından birisiymiş. Üzerinde isimlerinin yazdığı yüzlerce taşın üzerinde haç ve Yahudi yıldızı ölenlerin mezarı görevi görüyor.





 


Resimde görülen kapı, toplama kampının kapısı. Siyah beyaz resim ise o döneme ait ve esirleri gösteren bir fotoğraf. O dönemin duvarları arasında dolaştığımız bu binada yaşanan acı, korku ve ölümleri idrak etmeye ne aklımız ne de ruhumuz yetmiyor.

Ana kapıdan girdikten sonra en iyi odaların olduğu bölgenin kapısı üzerinde o dönem çalışma kamplarının hepsinde yazan “Arbeit Macht Frei” yani “Çalışmak Özgürleştirir” yazıyor.





Tahta ranzaların yan yana dizildiği, yastık olarak sadece bir kısmında eğimli başka bir tahtanın olduğu yataklar insanlıktan oldukça uzak. Bundan sadece 60 yıl gibi kısa bir süre önce millet ve din faşizmi gibi orta çağdan kalmış fikirlerin dünyaya yaşattıkları inanılmaz. Ve daha önce dediğim gibi burası kampın en iyi yeri.
 

Daha oradan çıktıktan sonra biraz ilerleyince karşımıza hücreler çıkıyor. Arka arkaya dizilmiş kapılar ufacık hücrelere açılıyor.
 
 
Bir insanın ancak içinde durabileceği hücrelere üçer dörder kişi kapatıldıklarını öğreniyoruz. Bu kısımdaki hücre ve odalar önceki bölümdekilerden çok daha kötü ve korkunç.

 
Barakaların tam ortasında ise 27 numara ile işaretli duvar önünde Nazi askerleri idamları gerçekleştiriyormuş.   
Ve tabi idam sehpaları… Faşizmin olduğu yerde mutlaka olan başka bir lanet…
 

Odaların bazılarında ise ufak birer sergi tadında ölümün duvarlarında renkler insana dokunuyor. 1-2 saat toplama kampında kalarak dünya üzerinde Tanrı’nın gölgesi dediğimiz insan soyunun aslında ne kadar aciz ve soysuz bir mahluk olduğuna lanet okuyarak oradan uzaklaşıyoruz.
 

Prag’a döndükten sonra istikametimiz Barut Kulesi oluyor. Apartmanların arasında 1475 yılından kalma kule dün yapılmış gibi sağlam Stare Mesto’nun uzak kapılandan birisi olarak yerinde duruyor.
 
 
Barut Kulesi’ne çıkabiliyorsunuz ve oradaki manzara için de çıkmaya değer. Prag’a kadar gitmişken tembellik etmeyin ve mutlaka çıkın.
 
Bir diğer çıkmanız gereken kule ise daha önce sözünü ettiğimiz Karluv Most’ta yer alan kule. Kuleden Karluv Most (Charles Köprüsü) ve Prag Kalesi görülebiliyor ve tabi Vltava Nehri.
 
 
Akşam tekrar Stare Mesto Meydanına döndüğümüzde şansımıza meydanda da festival vardı. Meydanda kurulmuş olan bir sahnede konser vardı.  
Ertesi gün sabah erkenden şehrin en değişik ve ünlü binalarından Tancici Dum (Dans Eden Ev)’u görmeye gidiyoruz. Resimden de görebileceğiniz gibi ev dans eden bir çifti andırıyor ve halk arasında evlere Fred ve Ginger deniyor.
 
Şehirde diğer önemli görülmesi gereken yerlerin başında da Ulusal Müze yer alıyor. Müze modern Prag’ın en önemli merkezi Wenceslas Meydanında yer alıyor. Gittiğimiz dönemde kapalı olmasına rağmen dışı gerçekten çok gösterişli ve etkileyici bir bina.
 
Ulusal Müzenin hemen önünde de meydana adını veren Wenceslas Anıtı yer alıyor. Anıtın asıl önemi ise, Sovyet Rusya’nın Çekoslavakya’yı işgalini protesto eden Jan Palach adlı bir felsefe öğrencisinin ve üç gün sonrasında Jan Zajic adlı bir gencin kendilerini tam da bu noktada, heykelin önünde yakarak ölmelerinden kaynaklanmaktadır. İki gencin anısında heykelin önünde adları yazmaktadır. Henüz 20 yaşında ölen bu gencin ölümü Prag halkı için pek çok şeyin tetikleyicisi olmuş bu dönemde.
 
Prag’a kadar gelip de Vltava Nehri gibi güzel bir nehirde tekne turu yapmadan dönülmez tabi ki. Bizim de sonraki durağımız tekne turu oluyor. Tekne turu yapacaklar için, Karluv Most’un hemen önünde Sv.Frantisek binasının hemen önündeki meydanın tam altında aslında bir liman olduğunu belirtelim. Meydanın hemen yan tarafındaki bir merdivenle buraya iniyorsunuz ve güzel tur tekneleri sizi bekliyor.
 
 
Uygun bir ücretle 1 saat kadar bir tekne turu yapabiliyorsunuz nehirde. Yürüyerek dolaşmaya doyulamayan Prag’ı tekneyle dolaşarak doymak ise imkansız. Tekne turundan sonra tekrar Karluv Most’a gidiyor ve güzel köprüyü bir kez de gündüz gözüyle geçiyoruz.
  



Köprünün hemen bittiği yerde köprünün aşağısında kurulmuş festival tadında bir panayır var. Çeşit çeşit yiyeceğin, şarabın yer aldığı panayırı kısaca bir görüp sonra tekrar gelmek üzere ayrılıyoruz. Amacımız Karluv Most Belediye Binası’nın kulesine çıkmak.
 
 
Kule en güzel meydan manzarasına sahip. Kuleye çıkıp bol bol çevreyi izledikten sonra Belediye Binasının gezdirildiği tura katılıyoruz.
 
Turun başladığı nokta Astronomik Saatin odası oluyor. Tam saatlerde aşağıdan gördüğünüz azizleri hemen yanından görüyoruz.
 



Turda asıl görülecek yerler, binanın altında, yer altındaki tünel ve zindanlar oluyor. Tünel ve zindanlar yer altından yer üstünde akmaya devam eden zamana meydan okuyor.
 
Prag’a gelindiğinden fırsat varsa gidilmesi gereken bir kafe de bulunuyor. Dünyanın en iyi kafelerinden birisi olarak gösterilen Cafe Imperial. Bu kafede oturup tatlı ve yanında şarabınızı içmeden şehirden ayrılmayın. Biz de şehirdeki son günü böyle değerlendiriyor ve dünyanın en güzel şehirlerinden birisine veda ediyoruz.