Avrupa’nın hatta Dünya’nın en güzel başkentlerinden biridir
Roma. Roma’yı bir gezegene benzetsem Venüs olurdu. Aşk ve güzellik tanrıçası.
Zaten Venüs gezeninin ismini Roma Tanrıçası Venüs’ten alması da bir tesadüf
değildir. Roma tarifsiz güzellikte bir
şehir.
Roma gezimiz aslında Floransa ile beraber bir hafta olacaktı
ancak iş sebebiyle tatile çıkamamamız bize uçak bileti, tren bileti vs.
yanmasına otel rezervasyonlarımızın iptaline neden oldu ama aklımıza bir kere
Roma ateşi düşmüştü, hafta sonu yetmeyeceğini bildiğimiz bu şehre bir daha
gelmek için söz verip aldık uçak biletlerimizi. Roma’ya geçen ki gidişimde bir
kez daha gelmeyi diledim ve gerçek oldu umarım bu seferki dilediğimde gerçek olur.05 Nisan cumartesi en erken uçuş
olan Ukrayna Havayolları ile uçtuk, dönüşümüzü ise en geç makul uçuş saati olan
THY ile gerçekleştirdik.
Havaalanından şehir merkezine gelmenin çok çeşitli yolları
var. Tren, otobüs, Leonardo Express, taksi gibi. Bizim gibi zamanı az olanlara
Leonardo Express’i öneririz. Ücreti tıpkı Lyon şehrindeki gibi pahalı, bir kişi
16 Euro ancak yarım saatte hiçbir yerde durmadan şehir merkezinde yer alan
Termini istasyonuna geliyorsunuz.
Zaman sıkıntısı olmayanlar otobüs ve normal tren gibi
çeşitli yollarla 45 dk-1 saat arası yolculuk ile gelebilirler. Ücreti daha
makul.
İtalyanları çok seviyorum pasaport kontrolünden hızlıca ve
sorunsuz geçtik, bu hızlı geçiş ve büyük bagajımızın olmaması sebebiyle
kendimizi en kısa şehir merkezine atabileceğimiz Leonardo Express’in bilet
gişesine geldik. Biletleri aldığımız gibi trene koştuk birkaç dakika içinde
kalktı buna gerçekten çok sevindiğimizi söyleyebilirim çünkü zamanımız çok
kıymetliydiJ
Hiç beklemeden Termini istasyonunda indik.
Termini pek çok uygun otelin bulunduğu ,şehrin ana tren istasyonu
bölgesi. Ancak ben biraz daha fazla ücret ödeyerek tam merkezde kalma
taraftarıyım, Termini’nin çevresinin pek tekin olmadığı söylenir ama başka
ülkelerde daha tekin olmayan yerler gördüğümüz için burası o kadar da kötü
değil, ama şehirin ana noktalarına biraz uzak olduğunu rahatlıkla
söyleyebilirim. Bir dip not daha belirtelim aylardan Nisan başı ancak otel
doluluk oranı çok yüksekti. Roma’da sezon sadece Temmuz-Ağustos ile sınırlı
değil.Burada yılın her mevsimi çok turist görebilirsiniz.Hava şartlarınında
güneyde olması sebebiyle yaz kış rahatlıkla gidilebilecek bir şehir.Bu sebeple
mart –nisan gibi bahar ayları burada sezon başlangıcı kabul ediliyor.
Termini bölgesinden geze geze otelimizin bulunduğu Barberini
meydanına gidelim böylece o bölgede yer alan noktaları görelim istedik. Yol
üzerinde Santa Maria Degli Angeli kilisesini görünce içeri girmeden geçmedik.
İçi pembe mermerler ile kaplı zarif kilisenin ölümünden bir
yıl önce Michelangelo tarafından tasarlandığını ve eski bir hamam üzerine inşa
edildiğini, devasa mermerlerden
sütunların sekiz tanesinin orijinal hamam banyolarından kaldığını belirtelim.
Çıkışta Repubblica meydanında doğru yürüyüp bir göz atıyoruz
, bu meydan eski binalarla çevrili ve kısmen daha az hareketli bir meydan, trafik
ise yoğun.
Piazza Di Bernardo alanından Santa Maria Della Vittoria’ya
uğrayıp Bernini’nin meşhur heykeli ‘‘Avilalı Azize Theresa’nın Vecdi’ni görmek
istedik ancak öğlen arası kapalı olduğundan sonraya bırakmak zorunda kaldık.
Otelimizin yer aldığı Via Della Quattro Fontane caddesine
vardığımızda dört yol ağzında her bir köşede yer alan bu heykeller Roma’nın ne kadar estetik bir şehir olduğunu
bir kez daha hatırlattı bize.
Bahsettiğimiz caddeden aşağıya inince Barberini sarayı ve
karşısında yer alan otelimize vardık. Hemen check in yapmamıza müsaade edildi
ve eşyalarımızı bıraktığımız gibi dışarı çıktık. İlk durağımız Vatikan
olacaktı.Sebebi Vatikan müzeleri ayın son pazarı hariç, pazar günleri kapalı
cumartesi de son giriş 16:00’da bitiyor. Tourist infodan aldığımız bilgiye göre
Kolezyum Pazar açık. Bu sebeple cumartesi tercihimizi Vatikan’dan yana
kullandık, San Pietro katedrali ise her gün açık. Vatikan müzelerini gezmekle
bitmez çok büyük ancak her girdiğimde etkilendiğim Sistina şapelini bir kez
daha görmek için yine girmek istedim.
Roma’da 2 metro hattı var kırmızı ve mavi. Eski yerleşim
yeri olması ve tahmin edersiniz ki yeraltında pek çok antik kalıntı olması sebebiyle çok fazla metro hattı
kurulamıyor. Kırmızı hattı Kolezyum hariç diğer turistik noktalar için
kullanabilirsiniz mavi hatta ise Kolezyum var. Vatikan ve Kolezyum hariç diğer
yerler için metro kullanmanıza gerek yok aslında , buralara da yürüyerek
gidilebilir böylece ara sokaklar ve birbirinden güzel meydanları görebilirsiniz
ancak bizim müzelere yetişme sıkıntımız olduğundan Barberini Metro durağından
(Aşk çeşmesine çok yakın) Vatikan’a
metro ile gittik.4.durak Ottaviano- San pietro istasyonunda indik.
Bir dip not :Via İtalyanca’da cadde,Piazza Meydan demek.
Tourist infolar havaalanı, Termini tren istasyonu ve daha bir çok noktada var. Şehir
haritası ücretli temin edilebiliyor.
Ve Vatikan. Roma’nın içinde yer alan, fiziki olarak küçücük ancak maneviyat
açısından en büyük ülke. Meşhur Vatikan duvarlarının içinde yer alan bu mabette
tüm Dünya Papa’nın ağızından çıkacak bir söze bakıyor. Vatikan müzelerine
girmek için geldiğimizde inanılmaz bir sıra ile karşılaştık, o kadar kuyruk var
ki,önceden rezervasyonunuz var ise yandaki sıradan geçiyorsunuz yada size ayakta
rehberli tur programı satmaya çalışanlar beklemek istemezseniz diye sizi can
evinizden vuruyorlar ve turları satıyorlar, anahtarlık magnet vs.satan
satıcılar kuyruğun yanına bir bir tezgahlarını açmışlar. Sırada beklerken
herkes alışveriş yapıyor. Sıra beklediğimizden çabuk ilerledi ama bir 20-25 dk
kaybettik.Giriş bileti bir kişi 16 euro.
Vatikan Müzelerinin içindeki paha biçilemez
tablo,heykel,sanat eserini paylaşmakla bitmez ,Raphael odaları,Sistina
Şapeli,Museo Pio Clementino ve Pinacoteca’yı mutlaka görmelisiniz.
Vatikan müzelerini gezmek için birkaç saatinizi
ayırmalısınız vakti bol olanlar rahat yarım günü buraya ayırabilirler. Vatikan
müzelerinin meşhur dönen merdivenlerinden inerek dışarı çıktık.Birkaç dakikalık
yürüyüşle Bernini’nin San Pietro
meydanına geldik.Roma’nın bu en ünlü meydanında sıra sütunlar bütün meydanı
kucaklar,en güzel görüntü San Pietro Bazilikasının tepesinden görülür. St.Petersburg’daki
Kazan Katedralinin yapımında buradaki
sütunlardan esinlenilmiştir. Meydanın tam ortasında bulunan dikilitaş 4 ay
boyunca süren bir çalışmayla dikilmiştir meydanda yer alan iki çeşmeden biri
Bernini’ye aittir ve San Pietro Bazilikası sizi meydanda selamlar. Çoğu kişi
tarafından St.Peter olarak bilinen bu tapınak aynı zamanda Saint Peter’ın
mezarının bulunduğu yere yapılmıştır. Buraya girebilmek için önce güvenlikten
geçmek gerekir önceden serbest olan girişler kapatılmış ve sağ taraftan girip
sol taraftan çıkışa yönlendirilmiş.
Bazilikanın girişinde sağ tarafta Michelangelo’nun ünlü eseri Pieta bulunur, sadece 24 yaşında tamamladığı bu zarif eseri mutlaka görmelisiniz. Esere yapılan küçük saldırıdan sonra koruma amaçlı camekanın arkasına alınmıştır
Bazilika’nın kubbesi Roma’nın en büyük kubbesidir ve dört
sütun ile desteklenmektedir, St.Peter’ın varsayılan mezarının üzerinde
yükselmektedir.
Vatikan 100 İsviçreli muhafız tarafından korunmaktadır. Bu
muhafızlar Katolik dinine mensup ve İsviçre vatandaşı olmak zorundadır. Da Vinci tarafından çizilmiş özel
giysileri ile küçük bir ordu olarak görev yaparlar.
Vatikan’da yemeğin biraz pahalı olduğunu söylemekte fayda
var biz çok acıktığımız için ayaküstü 2 sandviç 2 içecek aldık 25 euro
civarında para verdik. Hediyelikler ise makul fiyatlara bulunabilir biz çok
güzel bir kar küresi aldık.
San Pietro’dan kısa bir yürüyüşle Castel San’t Angelo’ya
ulaştık. Üzerindeki terastan manzarayı mutlaka seyredin.
Kaleden bahsetmek gerekirse Dan Brown’un Melekler ve Şeytanlar kitabını
okuyanlar hemen hatırlayacaktır. Fatih Sultan Mehmet Han’ın oğlu Cem Sultan da kaledeki
hapishanede mahkum edilenler arasında bulunmaktadır. Önceki papalar tarafından
tehlike durumlarında korunma amaçlı buraya saklanılmıştır. Castel Sant’ Angelo’yu
Vatikan’a bağlayan gizli alt geçit hala burada bulunmaktadır. Orta Çağ’da
şehrin kuzey girişini korumak için kaleye dönüştürülmüştür. Önünde bir köprü
bulunmakta olup, köprünün her iki tarafı heykellerle bezenmiştir.
Ardından herkesin mutlaka görmeyi istediği ve sayısız
dileğini bozuk para atıp dilediği Aşk çeşmesi namı diğer Fontana di Trevi’ye
geldik. Roma’ya bir daha gelmenin yolu Bernini’nin bu güzel barok mimari ile
yapılmış çeşmeye bozuk para atmaktan geçer. Sizde dilek dilemeyi unutmayın, Roma’ya
bir daha gelmeyi dilemiştim, oldu.
Trinita Dei Monti kilisesi İspanyol Merdivenlerinin
tepesinde yer alarak adeta onu taçlandırır. Bizde Kilisenin önündeki yoldan
gelerek İspanyol Merdivenlerine yukarıdan ulaştık. Merdivenlerin hemen
karşısında yer alan güzel çeşme tadilattaydı. İspanyol merdivenleri ve
meydanı ismini buradaki elçilikten
almakta, merdivenler tüm yıl gençler, dinlenmek ve bir şey içmek isteyen
insanlarla dolu, Piazza de Spagna meydanı
Via Condotti caddesine açılıyor, bu cadde pahalı markaların yer aldığı
hayli hareketli bir cadde.Trinita Dei Monti önünden İspanyol merdivenleri ve
Via Condotti caddesinin görüntüsü.
İspanyol merdivenlerinden Via Del Babuino caddesini takip
ederseniz Popolo meydanına ulaşırsınız.
Bu meydanın asıl önemli özelliği Via del Corso’dan Vittorio
Emanuele Anıtına kadar tam bir panaromik görüş sağlar. Meydanda Bangladeş ve
Hindistan vatandaşları hemen elinize bir gül tutuşturabilir. Önce bedava gibi
vermek isterler sonra birkaç Euro vermeniz beklenir. Benim iki seferde başıma
geldi ama güller güzel bir de dikenlerini temizleyip verselermişJ
Artık acıktık saat epey geç oldu karnımızı doyurma vakti
geldi diyip, Pantheon ile Aşk Çeşmesi arasında kalan Piazza Di Pietra ‘da açık
havada yemek yediğimiz yer La Locanda Del Tempio ‘nun sokakta yer alan
masalarından birine oturuyoruz, açık hava yemek için önerebileceğimiz
yerlerden.
Pizza, Bruschetta ve tiramisu İtalya lezzetleri deyince ilk
akla gelenlerden. Hepsinden yiyip midemize bayram yaşatıyoruz. Beyaz ev şarabı
da çok güzeldi. Roma’nın en güzel özelliklerinden biri, sokaklara atılmış masalarla
yüzlerce kafe ve restoran’ın güzel yemekleri açık havada sunması.
Yemek yedikten sonra Pantheon,Piazza Navona, Fontana Di Trevi
(aşk çeşmesi) gece görüp sabah erken kalkmak üzere o geceyi bitiriyoruz.
Sabah kahvaltı yaptıktan sonra ilk işimiz dün göremediğimiz
"Avilalı Rahibe Theresa’nın Vecdi" ni görebilmek için Santa Maria Della Vittoria’ya uğradık.
Bernini’nin1537’de yaptığı bu güzel heykel , Theresa’nın kalbini
okla delen bir meleğin görüntüsünü gördüğü anı hissettirir. Barok özellikte ki
bu heykel gerçekten gerçekmiş hissi yaratıyor.
Ardından Termini istasyonuna yürüyüp Kolezyuma gitmek için
metroya biniyoruz,elbette yürüyebilirsiniz ama bizim zamanımız kısa olduğundan
ve sabahta olsa kuyruk olacağını düşündüğümüzden vakit kaybetmek istemedik.
2000 yıllık bu güzel amfitiyatro Roma’nın gözbebeğidir. Onca
talan ve soyguna rağmen ayakta kalmayı başarabilmiş bu antik dönem arenası karşısında insan
büyülenir. İçerisi 60 bin kişinin oturabileceği,10 bin kişinin de ayakta
durabileceği şekilde tasarlanmış, aşağıda ahşapla kaplı labirent şeklinde bir
zemin bulunur. Palatine ve Roma Forumu bileti ile ortaktır (12 euro-2014) ve
her gün ziyaret edilebilir.
Kolezyum’a kuyrukta bekleme hariç en az 1 saat zaman
ayırmanız gerekli, bir üst katta görüntüsünü gördüğümüz Palatine Tepesi ve Roma
forumuna gitmek için aşağıya inip yürüyoruz, aynı biletle bu alana da
girebilirsiniz.
Palatine tepesi Roma forumuna çıkan yol olup, Roma şehrinin
kurulduğu yer olarak belirtilmektedir. Aşağıya baktığınızda antik kent
harabelerini görebilirsiniz. Forumu oluşturan 2 hektarlık alan ise bir dönemler
Akdeniz’in kalbinin attığı yerdir. Burayı daha iyi hissedebilmek için geçmişte
olduğunuzu hayal etmeniz yeter, örneğin Sezar öldükten sonra Marc Antony’nin
konuşma yaptığı Rostra yada antik Roma’nın en bilinen caddesi Via Sacra, yada Titus
ve Constantin Kemeri gibi.. Size
tavsiyem binlerce yıllık tarihi içinize çekin.
Çıkışta Vittorio Emanuelle anıtının önünden devam ederek
Tiber nehrini geçip Trastevere’ye geliyoruz.İlk iş yemek yemek için bir yer
gözümüze kestirdik ve iyi ki burayı seçmişiz.İsmi Trattoria Pizzeria Da Gino
Alla Villetta Roma.Hem avlu gibi bir alanı hem de dışarda masaları var. Porsiyonların
o kadar büyük geleceğini tahmin etmedik tabi ama çok acıktığımız için 2.günün
İtalyan spesyalleri olarak Deniz ürünlü Risotto, karışık bir spagetti ve
Lazanya istedik, gelen tabaklardaki sonuç muhteşem. Hepsini bitirdik, kesinlikle
burayı yemek için seçmenizi tavsiye ederiz. O kadar doyduk ki akşam yemek
yiyemedik.
Trastevere boydan boya tiber anlamına geliyor. Eskiden
zanaatkarların olduğu bu sevimli bölge bugün akşamüzeri sayısız restoran ve kafenin
sokaklara masa attığı, gece ise barların olduğu canlı bir yer. Dar sokakları ve
küçük meydanlarını mutlaka keşfetmelisiniz.
Trastevere’nin hareketli meydanında bulunan kiliseye de bir
göz atabilirsiniz içi çok güzel ve serin.
Trastevere’yi noktalayıp nehirden Ponte Sisto köprüsünden karşıya
geçip Campo De Fiori meydanına geçebilirsiniz.Biz yol üzerinde Roma’ya kadar
gelip de Roma dondurması yemeden dönmek olmaz diyip bir Gelato kapıyoruz. Vanilyalı
dondurma bizde beyaz olur, burada gerçek vanilyadan üretildiği ve tanecikleri o
kadar belli ki, rengi de sarı. Kıvamı bizdeki gibi sert değil ve tiramissulu
olanı mutlaka denemelisiniz. Bir sürü çeşidi olan bu dondurmalardan alırken hangisinden
alacağınız konusunda kafanız karışıyor.
Campo De Fiori bir sebze meyve pazarı ve çok kalabalık bir o
kadar da güzel bir meydan. Çevresinde butik mağazaları da bulabilirsiniz.
Bu meydandan dün gece gördüğümüz Navona meydanına geçiyoruz
burası her daim buluşma noktalarından biri, sokak sanatçıları, güvercinler ve
turistler tarafından işgal edilen Roma’nın
en ünlü meydanı.
Son kez Pantheona ve aşk çeşmesine gidiyoruz.
Gitme saatimiz yaklaştıkça içimize hüzün çöküyor, sadece
tarihi dokusu ile değil, insanların sıcaklığı ve hayatınıza meltem esintisi gibi
tatlı dokunan bu güzel şehre bir daha gitmeyi diliyorum.