Sayfalar

10 Şubat 2014 Pazartesi

Kuala Lumpur

19 Aralık 2013 tarihinde Atatürk Havalimanından Emirates Havayolları ile Dubai üzerinden aktarmalı olarak Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’a geçtik. Bizim ilk uzun mesafeli uçuşumuz olacak. Dubai’ye uçuşumuz 4 saat, sonra Dubai-Kuala Lumpur arası 7 saat olmak üzere toplam 11 saat uçacak olduğumuz için biraz heyecanlıydık. Gezimiz içinde pek çok ilk barındırıyor, bir diğeri de ilk defa Emirates ile uçtuk. İnanılmaz iyi ve düzenli bir havayolu şirketi. Bizi en çok şaşırtan da hosteslerin hepsinin farklı milletten ve kendi aralarında ortak dillerinin İngilizce olması oluyor. Pilot anons yaparken ekiplerinin konuşabildiği dilleri sayarken 10’un üzerinde dil sayıyor. Çok şaşırıyoruz, bizim havayolu şirketlerimizde alışık olmadığımız bir şey. Aktarma sırasında Dubai Havaalanında zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamıyoruz, oldukça güzel ve lüks bir havaalanları var. Sabaha karşı saat 04:00 civarında Kuala Lumpur’a yola çıkmaz üzere tekrar uçağa bindik. 7 saatlik yol boyunca üzerinden geçtiğimiz tek ülke Hindistan oluyor, uçuşun çoğu deniz üzerinden. Yerel saatle 15:00 gibi Kuala Lumpur Uluslararası Havaalanına vardık.

Kuala Lumpur'da Gezilecek Yerler

Ülkede herşeyi kısaltarak söylüyorlar bu nedenle heryerde havaalanını KLIA, şehir merkezini KLCC ve şehrin kendisine de KL yazılı olarak görebiliyorsunuz. KLIA ve KLCC arasındaki en hızlı ulaşım trenle, biz de tren biletimizi havaalanında alıp Santral Tren İstasyonuna geldik. Gerek havaalanında gerekse trene geçersen hiç açık havaya çıkmadığımızdan ekvator bölgesinde havanın nasıl olduğunu burada anladık. Sıcak bir anda duvar gibi çarpıyor insana. İnsanı sıcaktan daha fazla etkileyen şey ise havadaki nem. Şehirde toplu ulaşım yaygın fakat duraklar arası mesafe uzun ve aktarma yerlerinde duraktan durağa geçmek oldukça zor. Bu nedenle aceleniz olduğu durumda taksi kullanmayı tavsiye ederiz, zira biz kullanmadık ve otele ulaşmak için 1 saatten fazla zaman kaybettik. O kadar sıcakta taksi ücretine hiç değmez ki taksiler bizdekinden çok daha ucuz. Şehir merkezindeki Dorsett Recency Otelde 2 gece kalacağız. Otele yerleştiğimiz gibi hemen şehri gezmek üzere akşam dışarı çıkıyoruz. Dışarısı inanılmaz derece sıcak olmasına rağmen otel odası üşütecek kadar soğuk. İlk istikametimiz şehre gelen herkesin olduğu gibi Petronas Kuleleri oluyor. Işıl ışıl kuleler yıllarca dünyanın en yüksek binası olarak kalmışlar ve halen şehrin en çok turist çeken noktası. Kulelerin altında Suria KLCC adlı bir AVM bulunuyor. Daha ilerde anlıyoruz ki Uzakdoğu’da gezdiğimiz KL, Singapur ve Bangkok’ta inanılmaz sayıda AVM var.
Petronas Kulelerinin önü fotoğraf çeken turistlerle dolu. Hatta daha rahat fotoğraf çekilebilsin diye kuleyi en iyi gören yere merdiven yapmışlar ki aşağıdan daha rahat çekebiliyorsunuz. 1998 yılında yapılan kuleler 452 metre yükseklikleriyle 2004 yılına kadar en yüksek binaymış.


Kulelerin önünde uzun uzun zaman geçirip fotoğraf çektikten sonra Çin Mahallesine gitmek üzere skytraine biniyoruz. Skytrain bizim metro veya tramvayların tersine zeminden 5-6 metre yüksekte kurulan yollar üzerinden giden raylı hatlar. Şehir trafiğine hiç girmiyor ve hiç de etkilemiyorlar. Köprüler üzerinde şehri dolaşan metro hatları gibi düşünebilirsiniz. Çin Mahallesine gelmeden ilk durağımız Sri Mahamariamman Tapınağı oluyor. 1873 yılından kalma Hindu tapınağı genelde görmeye alışık olduğumuz cami ve kiliselerden mimarisiyle oldukça farklı. Tapınak kapanmış olduğundan giremiyoruz ama farklı mimarisiyle kapısı dikkatimizi çekiyor. Kapının üzerinde yer alan küçük bir kule şeklindeki yapı üzerinde yüzlerce rengarenk heykel barındırıyor. Tapınağa giremeyince istikametimiz gece pazarı ile ünlü Jalan Petaling (Petaling Sokağı) oluyor. Çin Mahallesinin kalbi konumunda olan bu sokak, kocaman bir pazar yeri gibi. Yanyana dizilmiş dükkanlar, hediyelikçiler yol boyunca satış yapmaya çalışıyorlar.


Sokağın hemen çıkışında yol boyunca dizilmiş yemek dükkanları diziliyor. Çeşit çeşit etlerin, meyvelerin satıldığı dükkanlar çok değişik geliyor bize. Malezya Müslümanların çoğunlukla olduğu bir ülke olmasına rağmen burada domuz eti de diğer etlerle birlikte satılıyor. Bunda tabi Çin mahallesinde olmamızın da payı büyük olmalı. Burada ilk defa rambutan, durian ve mangosteen gibi görmeye alışık olmadığımız meyveleri görüyoruz.


Renkleri, şekilleri alışık olduğumuzdan çok çok farklı. Hazır bu kadar bol yemek seçeneği bulmuşken ben balıklama atlıyorum. Çöp şiş gibi bir parça ahşap şişe geçirilmiş seçenekler arasında neler yok ki. Çeşit çeşit etler, sebzeler var önümüzde, fiyatlarsa çöpün boyalı olduğu renge göre 4 farklı tutarda belirlenmiş. Ben kendi adıma deniz ürünlerinden yana tercihimi yaptım ve kalamar ve bebek yengeç istedim. İçeride kalabalık masalar arasında kendimize bir yer bulup oturduk. Masaların altında yer alan bir tüp masa üzerinde yemeklerin soğumaması için tencere gibi bir kabın içindeki suyu sürekli ısıtıyor. 15-20 dakika bekledikten sonra soslu kalamarım ve bebek yengeçlerim geliyor.


Kalamar kesinlikle denenmesi gereken bir tat. Hafif tatlı acılı sosuyla inanılmaz lezzetli. Bebek yengeç ise yengeçler çok küçük olduğundan oldukça kuru ve çıtır. Yemeğimizi yedikten sonra merkeze dönmek üzere skytrain durağına doğru yürürken yol kenarında satılan durianları görüyoruz. Gezimize çıkmadan önce hakkında çok şey okuduğumuz bu meyve kokusuyla ünlü. Kokusu çok kötü tadı ise çok güzel olarak anlatılan meyveyi denemeye karar verip aldık. Kokusu gerçekten çok kötü ama tadı anlatıldığı gibi güzel değil…kokusu soğan, tadı ise ezilmiş soğanlar gibi.


Resimde gördükleriniz ise sırasıyla mangosteen, rambutan ve durian. Skytrain ile şehrin merkezi Bukit Bintang’a gittik. Lüks mağazaların ve AVM’lerin bulunduğu bu cadde ülkenin modern yüzü durumunda. Caddeler oldukça kalabalık ve hareketli. Gittiğimiz dönemin de etkisiyle sokaklar yılbaşı süslemeleriyle dolu. Caddede kısa bir tur atıp o günü bitiriyoruz. Sabah erkenden Batu Mağaralarına gideceğiz. Ertesi gün sabah erkenden skytrainle Sentral Tren İstasyonuna gidiyoruz. Şehir dışında gitmek istediğiniz çoğu yere buradan trenle ulaşmak mümkün. Tren istasyonunda oldukça ucuza tren biletimizi alıyoruz. Trenin bazı vagonları sadece kadınlara ayrılırken bazılarında karışık olarak oturabiliyorsunuz. Yarım saatlik bir yolculukla Batu Caves durağında iniyoruz. Durakta inip biraz yürüdükten sonra sizi ilk yemyeşil boyalı maymun yüzlü 6-7 metre boyunda bir heykel karşılıyor.


Batu Mağaraları ülke nüfusunda az bir bölüm oluşturan Hindu’ların en önemli ibadet yerlerinden ve önemli bir turizm çekim merkezi. İlk girdiğimizde bizi karşılayan maymun-tanrı heykelinden sonra ikinci karşılayanlar gerçek maymunlar oluyor. Daha önce bölge ile ilgili okuduğumuz yazılarda maymunların heryerde olduğu ve insanları rahatsız ettikleri yazılıydı fakat bunun hiçbir aslı yok. Hayvanlar insanlara yaklaşmıyor bile.



Kendileri için koyulmuş meyveleri yiyip insanları uzatan seyrediyorlar. Sadece badem vermek için elimi uzattığımda bir tanesi gelip elimdeki bademleri aldı. Vahşi bir hayvandan beklenmeyecek kadar yumuşak elleri olmasına şaşırdım doğrusu.


Batu Mağaraları aslında tek bir tapınaktan oluşmuyor. 4-5 tane farklı yerlerde tapınak, sırf Hindu inançlarından oluşan bir heykel galerisi, hediyelik dükkanları ve tabi ki upuzun bir merdivenin sonunda ulaşılan mağaradan oluşan bir bölge. Trenin çıkış kapısından sonra hemen solda rengarenk heykelleri ile ilk tapınak çıkıyor karşımıza, tapınağın az ilerisinde büyük bir mağaza ağzı önünde kocaman heykelleri ile galerinin kapısını oluşturuyor. İçeride uzun bir koridorda yüzlerce Hindu dinine ve mitolojisine ait heykel rengarenk koridoru ve duvarları süslüyor. Rengarenk insanlar, ceylanlar, maymunlar Hint efsanelerinden sahneler canlandırıyor.




Batu Mağaraları turumuzda benim en çok hoşuma giden kısım burası oluyor. Tamamen bizden çok farklı bir kültürün hikayelerini anlatan heykellerin renkliliği, çeşitliliği ve gerçekçiliği çok hoşumuza gidiyor. Heykel galerisinden çıkıp 10 dakikalık yürüyüşle Batu Mağaralarının asıl merkezi olan ana tapınak bölgesine geldik.



Dağın içinde yer alan mağaraya ulaşmak için 272 adet basamaktan oluşan yüksek bir merdiveni tırmanmak lazım. Merdivenin yanında ise oldukça yüksek 43 metrelik altın renkli heykel oldukça gösterişli. Hindular bu merdivenleri tanrılarına adaklar için su, süt dolu kovalarla, yeni doğmuş çocuklarını taşıyarak çıkıyorlarmış. Biz sadece merdivenlerde çocuk taşıyan bir adamla karşılaştık, çocuğun kafasına değişik bir şey sürmüşlerdi. Uzun bir tırmanma sonrası merdivenlerin başında dağın içlerine doğru ilerleyen mağaraya ulaştık.


İlk girdiğimiz yerden sonra yaklaşık 50 metre ilerde kısa yeni bir merdiven başlıyor ve asıl tapınağın olduğu mağaranın kalbine doğru ilerliyor. Son kısma geldiğinizde mağaranın üst tarafı gökyüzüne açılıyor.


Mağaranın içinde yer alan tapınak da tam da bu noktada yer alıyor. Pek büyük ve gösterişli olmayan tapınak mağaranın tam kalbinde mütevazi bir şekilde duruyor.


Bölge Hindu’lar için kutsal olduğundan kalabalığın büyük çoğunluğunu Hindu halk oluşturuyor. Kutsal günlerinde burasının oldukça kalabalık olduğunu daha önce bir yerlerden okumuştuk. Merdivenleri inmeye başlarken, yolda bir rahiple karşılaşıyoruz, oldukça güler yüzlü olmasına güvenip Zeynep fotoğraf çektiriyor kendisiyle.


Ardından yürüyerek tekrar tren durağına doğru yürürken kapının yan tarafında yer alan turistler için yapılmış bir parka giriyorum, Zeynep dışarda beni beklemeye karar veriyor. İçerde pek bir şey yok ama içinde koi balıklarının olduğu yapay gölün üzerinden yürümek zevkli.


İçeride benim için güzel olan piton yılanıyla fotoğraf çektirmek oluyor. Dendiği gibi soğuk bir hayvan değil ama kolları veya bacakları olmadığından insanın üzerindeki boğum boğum hareketi çok değişik bir his.


Trene binip tekrar Sentral Tren İstasyonuna gelip gündüz vakti görmek için Sri Mahamariamman Tapınağı’na gidiyoruz tekrar. Ayakkabı ile içeri girmek yasak olduğundan, ayakkabılarımızı kapının yanında, yol üzerindeki görevlilere bırakıp içeri giriyoruz. Hindu tapınaklarının özelliği inanılmaz canlı renklerle bezenmiş olması.



Hintlilerin sadece kıyafetlerinden değil tapınaklarından da ne kadar renkleri sevdikleri anlaşılıyor. Tam olarak ne yaptıklarını anlayamadığımız çeşitli ayinler yapıp tanrılarına meyve ve çiçeklerden oluşan adaklar sunuyorlar.


En turist halimizle şaşkın dolaşırken çok güzel bir kız çocuğu gülümseyerek poz veriyor bize. Bir çocuğun gülümsemesi nereye giderseniz gidin görebileceğiniz en güzel manzara… Sri Mahammaiamman’dan sonraki durağımız 1888 yılından beri aktif olan Central Market oluyor. Hediyelik veya sadece gezmek için mutlaka uğranması gereken yerlerden. Rengarenk uçurtmalardan tutun da antika eserlere kadar herşeyi bulmak mümkün burada. Akşam karanlığı bastırdığından ve artık Kuala Lumpur’da son günümüz olduğundan tüm yorgunluğumuzu bir kenara bırakıp son bir gayretle tekrar dolaşmaya başlıyoruz. İlk noktamız iki nehrin tam kesişiminde yer alan Mesjid Jamek oluyor.


Cami, bizdekilerden mimari anlamda farklı. Öncelikle o bölgede havalar çok sıcak olduğundan camiler de genelde avlu gibi ve duvarlarla kapalı değil. Bir de bizdeki gibi yüksek kubbeli bir yapı genelde yok. Tamamen bizdeki mimariden farklı olan cami oldukça kibar ve narin bir yapı. Aynı zamanda iki nehrin tam kesişim yerinde olduğundan uzaktan bakınca bir ada gibi görünüyor. Mesjid Jamek’ten sonraki durağımız yine o bölgedeki Sultan Abdul Samed Binası oluyor. Devlet kurumları için kurulmuş bina saat kulesi ve özellikle yivli merdivenleri ile estetik açıdan çok güzel bir bina.


Daha sonra Bukit Bintang’a akşam yemeği için gidiyoruz. Bukit Bintang’a bağlanan yollardan birisinde oldukça kalabalık bir caddede akşam yemeği için oturuyoruz. Pilav, tatlı ekşili tavuk ve ülkenin en ünlü yemeklerinden tavuk satay istiyoruz. Yemekler oldukça lezzetli, özellikle yemeklerden önce biranın yanında getirilen fasulye gibi olan tatlı yiyecek gerçekten çok güzel. Pilav kendi mutfaklarına göre sebzeli ve yumurtalı, tatlı ekşili tavuk Çin mutfağından pek farklı değil ve güzel.Tavuk satay ise aslında bizim tavuk şişe benziyor ama tavuklar daha baharatlı ve bir sosta pişirilmiş ve denemekte yarar var. Daha sonra caddede kurulan ve oldukça kalabalık çarşıya giriyoruz. Neler yok ki? Tropik meyveler, yengeçler, tavuk kızartmaları, hediyelik eşyalar. Özellikle bizim gibi bu bölgenin çeşitliliğine alışık olmayanlar için pazarda gezmek bile çok eğlenceli.


Daha önce görmüş olmamıza rağmen yemediğimiz meyveleri denemeye karar verip mangosteen, rambutan ve ejderha meyvesi alıyoruz burada. Aldığımız kadından meyveleri nasıl soyacağımızı da öğreniyoruz. Şekilleri çok farklı olan meyvelerin tatları da değişik. Biz en çok rambutanın tadını beğeniyoruz, oldukça tatlı ve sulu.


Şekil olarak en değişik olan meyve ise içi kıpkırmızı ve kivi gibi küçük çekirdekli olan ejderha meyvesi, oldukça sulu olan meyenin tadı ise görüntüsü kadar etkileyici değil. Biraz daha tatsız kalıyor diğer meyvelerin yanında. O günü sonlandırıp ertesi gün erkenden Singapur’a gitmek üzere otelimize gidiyoruz. KL’de değinmemiz gereken diğer bir husus ise 2 tane havaalanı var. Aralarında 20 dakikalık bir mesafe olsa da hangi havaalanından uçulacağına dikkat edilmesi lazım. Bizim ertesi günkü uçuşumuz Airasia Havayolları ile LCCT havaalanından oluyor. KLIA’nın tersine LCCT devasa bir otobüs terminali gibi, tamamen keşmekeşten ibaret. KL’nin en hoşumuza giden yanı, Malezya’yı oluşturan Malay, Çinli ve Hindu’ların hep beraber birbirleriyle problemleri olmadan yaşamaları ve sürekli güler yüzlü olmaları oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder