Sayfalar

17 Ocak 2014 Cuma

Sankt Petersburg

18 Ağustos 2012, Ramazan Bayramı arifesinde Rossiya Havayolları ile Atatürk Havaalanından yola çıktık. Yaklaşık 3 saatlik bir uçuş ve 2 saatlik zaman farkıyla sabah saat 06:00 gibi şehrin havaalanı olan Pulkova Havaalanına indik. Tur şirketinin düzenlediği kısa turda şehrin başlıca yerleri olan; Saint Isaac Katedrali, Dökülen Kanlar Kilisesi, Auorora Kruvazörü, Hermitage Müzesi vb. yerleri kısaca gördük. Kehribar ağırlıklı ürünler ,çeşit çeşit matruşka bebekler gibi hediyelik eşya satan büyük bir mağazada sabahın 8’inde votka ve likör ikramıyla güne Rus tarzı merhaba dedik. Genel turun ardından merkezin biraz dışında Moskovskaya’da yer alan otelimize yerleştik. Eşyalarımızı bıraktığımız gibi tekrar dışarı çıktık. Otelin hemen önünde 2.Dünya Savaşı anıtı yer alıyor, şehrin savaş sırasında yaşadığı sıkıntılar nedeniyle yapılan anıtta kuşatmanın sürdüğü tarihler yazılı. Savaş sırasında şehir Alman askerleri tarafından kuşatıldığında şehrin adı Leningrad’mış. Şehir 1941-1944 yılları arasında 29 ay kuşatma altında kalmış. Kuşatmada 800 bin sivil olmak üzere 1 milyondan fazla insan ölmüş. Ölümlerin çoğu açlık ve soğuk nedeniyle gerçekleşmiş. Otelden çıkıp yaklaşık on dakikalık yürüyüş mesafesinde bütün şehri kuşatan metro ağına ulaşıyoruz, yürüdüğümüz yol boyunca kominizm esintisi halinde yolun iki yanında birbirinin eşi binalar yol boyu uzanıyor. Şehrin asıl merkezi olan Nevsky Prospect Caddesine en kolay ulaşımı metroyla sağlıyor ve direkt caddenin adını taşıyan durakta iniyoruz. Metrolar Rusya'da eski fakat oldukça hızlı. Aradaki mesafe 4-5 durak. Uçağımız sabah çok erken indiği için ilk günümüzde gezmek için halen bolca vakit var. İlk olarak metro durağının hemen karşısında yer alan Kazan Katedraline giriyoruz. Roma’daki Saint Pietro kilisesinden esinlenerek inşa edilen Yarım daire şeklinde, oldukça büyük katedral dev sütunlarla desteklenmiş. Kominizm döneminde ibadete kapatılıp müzeye dönüştürülmüş. İç mekanı oldukça ferah.
Katedrali gezdikten sonra Nevsky Prospect caddesinde ilerleyerek Neva Nehrine ulaştık, caddenin bittiği, yerde nehrin diğer yakasında karşımıza Vasilevsky Adası çıktı. Ada ile anakara arasında sadece 100-150 metrelik bir köprü yer alıyor. Şehir kanallarla örülü olduğundan aslında adalardan oluşan bir yapıda ve adaları birbirine bağlayan onlarca belki yüzlerce küçük küçük köprü var şehrin genelinde. Sağ tarafımızda Hermitage Müzesi, Saraylar Meydanı ve Alexander Sütunu yer alıyor. Biz ilk olarak göreceli uzak olan Vasilevsky Adasına geçtik (gece saat 01:00’den sonra Neva Nehri üzerindeki köprüler kalktığından adaların anakarayla bağlantısı kesiliyor ve köprülerin açılışlarını izlemeye bir hayli insan geliyormuş). Adada yer alan Zooloji müzesine giriyoruz ilk olarak. Şehirde müzeler oldukça çok ve ucuz, bu nedenle müzeler oldukça kalabalık. Fakat söz konusu kalabalık turistlerden oluşmuyor, %90’ından fazlası Ruslar. Zooloji Müzesi dışında gezdiğimiz tüm diğer müzelerde de aynı şeyle karşılaşıyoruz. İnanılmaz çok sayıda, bir sürü farklı türden doldurulmuş hayvanın yanında dünyada tek olan bebek mamut mumyalarını da görüyoruz müzede. Bazılarında doğal ortamlarından bir kare alınarak camekan içinde canlandırma yapılmış, bazıları ise tür tür ayrılarak bir alan içinde toplanmış, kiminin gözlerine bakmak sanki yaşıyor hissi uyandırıyor içimizde.

Müzeden çıktıktan sonra, hemen yanda yer alan Kunstkamera Antropoloji Müzesine geçtik. Müzeyi gitmeden araştırmıştık ve çok görmek istiyorduk. Bu yapının dünyanın en eski müze binası olduğu söyleniyor. Asıl adı Kunstkamera Antropoloji ve Etnoğrafya Müzesi olup,içinde farklı kültürlerden 2 milyona yakın sanat eserini saklayan müze, daha çok içinde barındırdığı anatomi bölümüyle ilgi odağı haline gelmiş. Çar Petro'ya ait koleksiyonun özelliği, çarın çeşitli yerlerden topladığı anormal insan kalıntılarından oluşması. Kunstkamera’nın kelime anlamı ‘Meraklar Odası’. Rusya’nın ilk müzesi olarak kabul ediliyor. Çar Petro genetik bilim çalışmalarını Hollanda'dan anatomi uzmanı Dr. Ruysch'u getirterek sürdürmüş. Ruysch'nın 300 yıl önce gerçekleştirdiği genetik deneyler kavonozlarda sergileniyor. Sergide kavanozların içinde, sıvılarda saklanan iki kafalı veya bacakları yerine kuyruğu olan bebek ve cenin karşımı şeyler, cüce iskeletleri gibi iç karatıcı ama bir o kadar ilginç parçalar var.

Sergiden çıktıktan sonra, Neva Nehri’nin kenarından yürümeye devam ederek, şehrin koruyucuları olan Peter & Paul Kalesinin olduğu, aslına bakarsak kaleden ibaret adacığa doğru yürüdük. Gerçek anlamda bir kaleye benzemiyor aslında daha çok surlarla çevrili çok yüksek kuleli bir kiliseye benziyor. Katedralin çan kulesi dünyadaki en uzun ortodoks çan kulesi. Altın rengi kulenin üstünde 4,5 metre boyunda bir melek ve haç heykeli mevcut. Hava oldukça güzel olduğu için surlar ile adayı çevreleyen nehir arasında kalan çimenlikte insanlar güneşleniyor, dinleniyor. Bu haliyle şehrin herhangi bir Avrupa şehrinden hiçbir farkı yok. Kaleden ayrılıp tekrar yürüyerek Nevsky Prospect Caddesine geliyoruz amacımız Saint Isaac Katedralini görmek. Caddeden ayrılarak Neva Nehri kenarında yaptığımız 10-15 dakikalık bir yürüyüşle katedralin önüne geliyoruz. Şehrin simgelerinden birisi olan “Bronz Atlı” heykelinin arkasında altın rengi kubbesiyle katedral yer alıyor. Çok büyük ve gösterişli katedralin yekpare dev sütunları arasındaki kapısına gidiyoruz.

Çok kalabalık olduğundan içeri girmekten vazgeçiyoruz. Güzel havayı fırsat bilip (yılın sadece ortalama 30 gününün güneşli olduğu bir kent düşünülürse) nehir ile katedral arasında yer alan parktan ayakkabı ve çoraplarımızı çıkarıp nehir kenarına kadar yürüyoruz. Nehir kenarında yer alan Bronz Atlı heykeli şehrin kurucusu Büyük Petro (bizde Deli Petro olarak bilinir)’ya ait. Heykelin hemen önünden kalkan bir tur teknesine biniyoruz. 25-30 kişilik üstü açık bir teknede, yan yana dizilmiş sandalyelere diğer insanlarla beraber oturuyoruz. Şehir nehir ve kanallardan oluştuğu için (şehrin %30’u) söz konusu turlar şehirde sürekli olarak düzenleniyormuş. 45 dakikalık turda şansımıza hava çok güzel geçiyor (sonraki günlerde hava nedeniyle böyle bir şansımız olamazmış). Çok yorgun olduğumuzdan turu uyur-uyanık tamamlıyoruz. Tur bittikten sonra tekrar Nevsky Prospect’e ve Saraylar Meydanına yürüyoruz. Amacımız Hermitage Müzesi (Eski Kışlık Saray)’ni görmek ama artık geç olduğundan kapanmıştır derken sadece haftanın o günü sarayın geç saate kadar açık olduğunu görüyoruz (sanırım 21:00). Saray eskiden kraliyet ailesinin kışın yaşadıkları saray iken şu anda Avrupa’nın en büyük müzelerinden birisi olarak kullanılmakta. Söylenceye göre, müzede yer alan her eser önünde 2 dakika beklenirse müzeyi gezmek 10 yıl alırmış. Müzede elinize müzenin bir haritası veriliyor, iyi ki de veriliyor zira harita verilmese müzeyi gezmek mümkün değil. Müzede, Mısır mumyalarından Da Vinci tablolarına, şövalye zıhlarından Rodin heykellerine kadar pek çok dönemden pek çok eser var müzede. Girdiğimizde müzenin kapanmasına 2,5 saat kaldığı için biraz koştura koştura da olsa geziyoruz müzeyi ama kaçırdığımız yerler de oluyor ne yazık ki, mesela ortaçağ şövalyelerini görmeyi çok istememize rağmen unutmamız gibi. Da Vinci’nin Lida Madonna’sı, Raphael’in tabloları ve Michalengelo’nun heykeli en fazla ziyaretçi çeken eserler. Müze kapanırken çıkıyoruz artık. Müze aynı zamanda saray olarak kullanıldığı dönemde Aurora Kruvazörü ’nün sarayı bombalaması ile Bolşevik Devrimi’nin de başladığı yer olması ile ayrı bir önem taşıyor. Çıktığımızda saat gece 10:00-11:00 olmasına rağmen hava halen biraz aydınlık. Daha gezmek istememize rağmen tüm yorgunlukla o gün otele geri dönüyoruz.

Ertesi gün, hedefimiz şehir merkezinden 30-40 km dışarıda bulunan Peterhoff Sarayı. Saray, çarlık zamanında yazlık saray olarak kullanılıyormuş. Hermitage Müzesinin hemen önünden kalkan hızlı teknelere biniyoruz. Su yüzeyinden hafif yükselerek giden çok hızlı tekneler bunlar. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra saraya ulaşıyoruz. Limandan saraya ulaşmak bile neredeyse yolculuk kadar sürüyor, bunun nedeni ise sarayın çok meşhur devasa bahçesi. Denizden saraya kadar uzanan upuzun kanal bahçeyi ikiye ayırıyor. Kanalın tam saraya ulaştığı yerde onlarca altın renkli heykel fıskiyelerden oluşan sudan bir göğün altında duruyor. Fıskiyelerden her yöne doğru sular fışkırırken tam ortada bir aslanın ağzını elleriyle ayıran Herkül heykeli duruyor. Aslanın ayrılmış olan ağzında gökyüzüne doğru su fışkırıyor. Herkül’ün on görevinden birisi olan Nemean aslanını öldürme görevini gösteren heykel aynı zamanda İsveç Kralını yenen Rus Çarı anısına yapılmış.

Bahçede saatlerce dolaşsak bile tamamını dolaşamayacağımızı düşünürken, bahçede belirli bölgeleri gezen bir tekerlekli tren tarzı araç görüyoruz. Arka arkaya 5-6 vagonun bulunduğu bu arabalar bahçede hızlı bir tur imkanı sağlıyoruz. Yaklaşık yarım saatlik bir turda hayatımızda o ana kadar gördüğümüz en yeşil bahçeyi görüyoruz bahçeden çok orman gibi. Turun ardından yürüyerek dolaşmaya devam ederken “şakacı çeşme”yi görüyoruz. Şakacı çeşmede 5-6 çocuk sırılsıklam oyun oynuyorlar, çevrelerindeki taşların arasından sular bir anda fışkırarak ıslatıyor onları. Bir süre dolaştıktan sonra tekrar hızlı tekneyle şehre dönüyoruz. Saraylar meydanındaki turist bürosuna uğrayıp ertesi gün planladığımız Katherina Sarayı Puşkin Kasabasına nasıl gideceğimizi öğreniyoruz. Rus Müzesine doğru yürüyoruz, Rus ressam ve heykeltıraşların eserlerinden oluşan Rus tarihine göre düzenlenmiş müze, çok güzel ve çok zengin olmasına rağmen Hermitage Müzesinin gölgesinde kalmış gibi. Eserler çok güzel ve muazzam. Bizim ülkemizde hiç böyle müze bulunmamasına rağmen bir Rus şehrinde böyle iki muazzam müze bulunması ve daha da önemlisi bu müzelerin hep Rus ziyaretçilerle dolu olması ülkemizi düşündürüp üzüyor bizi. Müzenin hemen önünde ünlü Rus şairi Puşkin’in heykeli var. Heykelin olduğu yer şairin silah düellosu sonucu öldüğü yermiş. Daha sonra, şairin düellosunu yapmadan hemen önce son yemeğini yediği kafeyi görüyoruz. Puşkin’in son yemeğini yediği masa ünlü şaire ayrılmış ve şairin heykeli halen masada yemek yiyor.

Rus Müzesinden çıktıktan sonra kısa bir yürüyüşle Dökülen Kanlar Kilisesi’ne ulaşıyoruz. Kilise, Rus mimarisinin soğan kubbeleriyle süslenmiş rengarenk bir yapı. Binanın ne kadar renkli olduğunu düşünürken içine girince anlıyoruz ki iç taraf, dış tarafını bile gölgede bırakacak kadar renkli. Her duvar en ince ayrıntısına kadar işlenmiş ve her taraf aziz resimleriyle dolu. En ortadaki büyük kubbenin içinde Hz.İsa’nın, diğer kubbelerde ise Hz.Meryem ve diğer azizlerin resimleri işlenmiş. Kilise, adını tam bu noktada bir çarın suikasta uğrayarak ölmesinden almış. Kilisenin tam karşısında yer alan hediyelik eşya pazarına uğruyoruz kiliseden çıkınca, mutlaka uğranması gereken bir nokta. Pazardan hediyeliklerimizi aldıktan sonra şehrin en ünlü yemeği Borçka çorbası içmek için bir restorana giriyoruz. Pancar ve etle yapılan çorba inanılmaz lezzetli, özellikle çorbanın üzerindeki krema çok güzel bir tat veriyor çorbaya.

Ertesi gün dün turist ofisten öğrendiğimiz şekilde Puşkin Kasabasına doğru yola çıkmak üzere Moskovskya’ya gidiyoruz. 39 numaralı dolmuşa binerek 35-40 km kadar yolumuz var. İki kişi 5 TL kadar bir para veriyoruz yol için. Minibüste İngilizce bilen kimse olmamasına rağmen bir şekilde bize yardımcı oluyorlar ve doğru yerde, Katherina Sarayı’nda iniyoruz. Saray oldukça büyük ve masmavi. Rusya’da Çariçe Katherine çok sevilen ve büyük bir insan olarak anılıyor. Saraya girdiğimizde sabah turlarının alındığını öğlenden sonraki tura katılabileceğimizi öğreniyor ve bahçeyi dolaşmaya karar veriyoruz biz de. Bahçe çok büyük ve güzel olduğundan sarayın açılışına kadar olan 3-4 saatte ancak gezebiliyoruz bahçeyi. Bize verilen haritayla bahçedeki ufak saray ve anıtları arayıp bulması daha bir zevkli oluyor. Bahçedeki gölün hemen yanında yer alan üzerinde büyük bir kartal olan obelisk Çeşme Zaferinden sonra Ruslar tarafından zaferin anısına dikilmiş. Saatlerce bahçeyi gezdikten sonra saraya girmek üzere büyük çoğunluğu Ruslardan oluşan bir sıraya giriyoruz. Saraydaki en meşhur yer Kehribar Oda. Odadaki tüm duvarlar kehribarlarla süslenmiş, hatta odada yer alan melek heykelleri bile kehribardan yapılmış. Sarayın bir diğer dikkat çeken yeri ise balo salonu. İnanılmaz büyüklükte tavanı tamamen resimlerle süslü sarayın bir duvarı tamamen ayna ile kaplı. Bu sayede salon olduğundan da büyük görünüyor. Saraydan çıkıp köyün içlerine ilerleyerek biraz zor da olsa dolmuş buluyoruz. Sankt Petersburg’a geldiğimizde dolmuş duraklarının hemen önünde elinde şapkasıyla kocaman bir Lenin heykeli yer alıyor. Moskovskya’dan tekrar metroyla şehir merkezine gidiyoruz, amacımız elimizde haritalarla şehri doğaçlama dolaşmak. Sokaklarda Singer Binası, Petrogonoff Sarayı, Aslanlı Köprü, Griffinli Köprü vb. gibi şehrin simgeleşmiş yapılarını görüyoruz. Şehrin her yerinde hediyelik eşya dükkanları var ve şehrin en ünlü hediyelik malzemesi ünlü kehribarı. Her yerde kehribardan yapılmış hediyelik eşyalar yer alıyor. En son olarak şehrin artık kuzey taraflarında kalan Neva Nehri kenarında yazlık saraya da giriyoruz. Havanın kararmaya başladığı 22:00 civarında heykellerle dolu saray bahçesi sarayı gezenlerle dolu. Mutlaka görülmesi gereken ama çok da ön planda olmayan bu yeri de gördükten sonra o günü de bitiriyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder