Sayfalar

23 Ocak 2014 Perşembe

Kiev

26 Nisan 2013 Cuma akşamı iş çıkışı, THY’nin tarifeli uçağı ile Kiev’ e doğru yola çıkıyoruz. 2 saatlik uçuşun ardından Kiev Boryspil Havaalanına iniyoruz. Havaalanından şehir merkezine metro vb. gibi bir hızlı ulaşım olmadığından kalacağımız apart otel ile daha öncesinde anlaşıp bizi havaalanından almalarını sağlıyoruz. Şoför sıcak kanlı ve muhabbet etmeye hevesli ama ne yazık ki İngilizcesi pek el vermiyor. Yarım saatlik yolculuk boyunca çat pat daha önce İstanbul’a geldiğini ve her yerde kedi olduğunu unutamadığını söylüyor bize. Zeynep’in uzun uğraşları sonucu otelimiz daha doğrusu apartımız şehrin merkezine oldukça yakın ve oldukça güzel. Kiev’de normal şehirlerdeki gibi oteller pek yok, genelde stüdyo daire kiralama şeklinde yani apartlarda kalabiliyorsunuz. Bizim için de ilginç bir deneyim oluyor apartta kalmak zira ne tam anlamıyla bir lobi var ne de resepsiyon. Bizi odamıza yerleştiren bayan kapınızı kitlemeyi unutmayın diyor sadece, daha sonra da bir daha kimseyi görmüyoruz zaten. Kaldığımız daire 1+1 şeklinde ve oldukça güzel, daha da önemlisi şehir merkezine çok yakın olan Prorizna Caddesinde (Merak edenler için otelin adı Theatre Boutique Apart- Hotel).Otelin baktığı avludan ve girişinden ilk izlenimimiz tedirginlik gibi olsa da dairenin içi harika. Odamıza yerleştikten sonra zaman kaybetmeden hemen dışarı çıkıyoruz. Şehrin ünlü caddesi Khreschatyk Caddesinden yürüyerek Turuncu Devrim’e ev sahipliği yapan Nezalezhnosti Meydanına geliyoruz. Oldukça büyük meydanda yol üzerinde sol tarafta yer alan kapı üzerinde çok güzel siyah bir melek heykeli yer alıyor. Meydanın diğer tarafında ise oldukça yüksek bir sütun üzerinde muhtemelen ülkeyi temsil eden bir kadın heykeli bütün meydana yukarıdan bakıyor.
Kiev oldukça kuzeyde ve henüz Nisan ayı olmasına rağmen şansımıza yolculuğumuz boyunca hava oldukça sıcak oluyor. İlk akşam meydan ve civarını dolaşıp bol bol fotoğraf çekiyoruz. Meydan ve sokaklar oldukça kalabalık ve ışıl ışıl. Bir restorana giderek şehrin adını da taşıyan kiev tavuğu istiyoruz. İçinde sebzeler olan, panelenmiş, oldukça çıtır, güzel bir yemek. Geceyi sonlandırıp sabah erkenden kalkmak üzere otele geri dönüyoruz. Her zaman olduğu gibi merkeze kısmen uzak yerlerden başlayıp yürüyerek Shevchenka Bulvarına çıkıp yol üzerindeki St. Volodymyr’s Katedraline geliyoruz. Kiev’in belki de en güzel yanı kiliseleri ve bence kiliselerin en güzeli de bu katedral oluyor.

Sapsarı boyalı katedrale girince hayatımda gördüğüm en etkili ve güzel duvar resimlerini görüyorum. Kapının hemen üstünde siyah kızıl kanatları, bembeyaz yüzü ve simsiyah gözleri ile Cebrail duruyor. Katedralden çıktıktan sonra ara yollardan şehrin eskiden giriş kapısı olan Golden Gate (Zoloti Vorota) ‘e ulaşıyoruz. Şehrin en turistik yerlerinin başında 1017 yılında yapılan kapı geliyor. Kapı demişken sadece bir kapıdan ibaret değil yapı, oldukça büyük, çeşitli katlardan oluşan ahşap ve tuğla birleşimi bir yapı. Mutlaka görülmesi gereken yerlerden.

Altın Kapı’dan sonra yürüyerek meydana yakın St.Sophia Katedraline gidiyoruz. Şehirdeki tüm tapınaklar genelden farklı olarak rengarenk. St.Sophia Katedrali de renklerden payını almış. Bembeyaz katedralin kubbeleri yemyeşil iken kulesi ise mavi. Her şehre mümkünse eğer tepeden bir bakmak lazım. Bu nedenle biz de kulenin tepesine doğru tırmanmaya başlıyoruz. Oldukça yüksek kuleye kenarlarına bezler bağlanmış çanların yanından geçerek çıkıyoruz. Kulenin en yüksek noktasına geldiğimizde manzaramız Mykhailivska Meydanı ve Mickhailivsky Manastırı oluyor. İki tapınağın masmavi kuleleri aralarındaki tek fark Michailivsky Manastırı kulesi daha koyu renk ve daha kısa.

St.Sophia Katedralinin ardından Michailivsky Manastırına doğru gidiyoruz. Bu sefer kulesi gibi mavi bir manastır karşılıyor bizi. Manastıra tekrar dönmek üzere girmeden çıkıyoruz. Bir süre yürüyerek Dnipro Nehrini tepeden gören St.Andrews Kilisesine görmek amacımız. Yokuş bir caddenin en tepesinde yeşil kubbeleri beyaz kibar dört sütunu ile kilise büyük değil fakat zarif. Kilisenin olduğu cadde üzerinde onlarca hediye dükkanı yan yana yer alıyor.

Hediyelikçilerin arasından tepenin diğer tarafına; Kontraktova Meydanı’na iniyoruz. Amacımız ülkenin başına gelen en büyük felaket olan Çernobil Kazasına adanmış müzeyi görmek. Daha kapıdan girmeden önce kapının önündeki o döneminden kalma ambulans ve panzer içeride nasıl bir şeyle karşılaşacağımızı anlatıyor. Kazanın olduğu 1986 yılından görüntüler ekranlarda dönerken kaza hayatını kaybedenlerin eşyaları ve resimleri arasında dolaşıyoruz. Müzedeki en etkileyici yer tamamen kazada ölen çocuklara ayrılmış olan oda oluyor. Kazanın olduğu 26 Nisan 1986’da 4.000 kişi kaza nedeniyle ölürken 2004 yılına kadar dolaylı yollarla kaza nedeniyle ölenlerin sayısı 1 milyonu bulduğu söyleniyor. Hal böyle olunca da bir oda baştanbaşa kazada ölen çocukların resimleriyle dolu oluyor. Müzeden çıktıktan sonra tekrar Michailivsky Manastırına yöneliyoruz. Manastır çok büyük bir arsa üzerinde onlarca bina ve farklı müzelerden oluşuyor. Manastırda dev bir çan insanların önünde kurulmuş ve çan vurulurken insanlar çana dokunuyor. Çan her vurulduğunda oluşan titreşim oldukça değişik. Manastırın bahçesinde yer alan en ünlü bölüm meşhur Micro-Miniatur Müzesi ve bizim istikametimiz de orası oluyor. Özel bölümler içinde yer alan mikroskop benzeri bir dürbünle eserlere bakılabiliyor. Çıplak gözle baktığınızda dürbünün ucunda hiçbir şey göremiyorken dürbünle baktığınızda toplu iğne üzerindeki satranç takımı, dikiş iğnesi içinde deve kervanı veya bir saç teli içindeki gül motifi gibi çok değişik şeyler insanı şaşırtıyor. Eserleri yapan sanatçının adının da Mykola Syadristy olduğunu söyleyelim bu arada.

1.000 yıllık olduğu söylenen manastır oldukça büyük olduğundan gezmek de bir hayli zamanımızı alıyor. Manastırdan çıktıktan sonraki durağımız muhteşem Rodina Anıtı (Mother Ukraine) oluyor. Komünist dönemden kalma heykel çok etkileyici. 102 metrelik devasa boyutlarda kadın heykeli bir elinde kılıcı bir elinde üzerinde orak-çekiçli kalkanıyla Kiev'de gördüğümüz en etkileyici manzara oluyor.

Heykelin çevresinde komünist döneminden kalma heykeller, tanklar, uçaklar yer alırken çiçeklerle süslenmiş mavi ve sarı iki tank Rodina ile Dnipro arasında duruyor. İki tank sert komünist ciddiyetinde iki ufak gülümseme gibi duruyor. Akşam yemeği için otelimize yakın şehrin merkezinde bir yere gidiyoruz. Ne yediğimi hatırlamıyorum ama yemekten önce tadını merak edip istediğim havyarlı sushinin tadı hala aklımda. Kırmızı havyarın dil üzerinde bıraktığı his oldukça farklı ve lezzetli. Kiev’in meşhur gece hayatını görmek için yemekten sonra ilk olarak şehrin en meşhur mekanı Arena Club’a gidiyoruz. Giriş için kişi başı 70 USD gibi nispeten fahiş bir rakam istiyorlar ve karar vermek için mekanın içine de bakmamıza da izin vermiyorlar. Biz de oradan çıkıp bir başka ünlü mekan Vodka Bar’a gidiyoruz. Nezalezhnosti Meydanında tam da sütun anıtın yakınında yer altında bulunuyor. Başta yer altında olduğuna şaşırsak da daha sonra şehrin genelinde alış veriş yerleri, mekanlar soğuk havalar nedeniyle yerin altında olduğunu anlıyoruz. Bara saat 21:00 gibi ilk girdiğimizde çok az insan varken ilerleyen saatlerde mekan tamamen doluyor. Gece geç saate kadar aynı takılıp Kiev’de son gecemizi bitiriyoruz. Sabah erkenden kalkıp Michailivsky Manastırı ve St.Andrews Kilisesine gidiyoruz. Amacımız hediye dükkanlarını gezmek. Eski Rusya döneminden kalma gaz maskeleri, madalyalar, Lenin heykelleri her yerde. Daha sonra gezmeye ara verip Khreschatyk Caddesinde yemek için bir yere oturuyoruz. Birayla beraber hayatımda yediğim en güzel sosisi yiyorum burada. İçinde peynir parçaları olan çok lezzetli bir sosis. Şehrin görmediğimiz yerlerini de görmek üzere son bir tur daha yapıyoruz ve Dynamo Kiev’in stadını da görüyoruz bu arada. Ara yollardan şehrin biraz daha doğusuna çıkarken bir sonraki durağımız Canavarlar Evi (House of Chimeras) oluyor. Canavarlar Evinin önünde yan yana onun üzerinde Ukrayna bayrağı yer alıyor.
Evin her duvarından, her köşesinden gergedanlar, ahtapotlar, canavarlar sarkıyor. Mimarinin 6 sanattan birisi olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Canavarlar Evinin arkasında yer alan merdivenler aşağıya doğru indiğimizde rengarenk tahtadan paskalya yumurtalarıyla dolu bir park çıkıyor karşımıza. Gökkuşağı gibi yumurtalar ağaçlardan, demirlerden, her yerden sarkıyor. Bu renklilik ve curcuna insanın yüzünü güldürüyor. Uçak saatimiz yaklaştığından ve havaalanına gidiş tam bir muamma olduğundan uçuştan saatler önce yola çıkıyoruz. Metro ile otogar durağına gidip oradan kalkan minibüslerle havaalanına iki saate yakın bir sürede ulaşıyoruz. Şehir hakkında ilave not düşmek gerekirse her yerde yer alan kiliseler insanlarla dolu,ilginç olan ise Kiev’li bayanların mini etek ve göğüs dekolteleri ile kiliseleri başlarında eşarplarla ziyaret etmesi. Böyle bir ülke de kiliselerin fazlalığı tam bir tezat oluşturuyor ,güzel bir hafta sonu geçirerek Kiev gezimizi noktalıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder