Sayfalar

20 Ocak 2014 Pazartesi

Atina

8 Mart 2013’te fiziken yakın ruhen uzak ülke Yunanistan’ın başkenti Atina’ya doğru yola çıkıyoruz. THY uçağı ile Cuma akşamı Atatürk Havaalanından bir saatlik uçuş sonrası gece Atina Elefterios Venizelos Havalanına iniyoruz. Havaalanı şehrin oldukça dışında olduğundan otelimizin yakın olduğu şehir merkezine yani Syndagma Meydanı’na yolculuğumuz yaklaşık bir saat sürüyor. Syndagma Meydanına geldiğimizde dikkatimizi ilk olarak önünde bekleyen askerleri ile Parlamento Binası çekiyor. Oldukça büyük, sade ve eski olduğu belli olan bina gösterişten uzak fakat etkileyici. Gecenin etkisi ile meçhul asker anıtını tam göremiyoruz ertesi gün tekrar görmek üzere otele gidiyoruz. Kaldığımız otel Plaka bölgesinde, söz konusu bölge mutlaka görülmesi gereken ve Akropol’ün hemen altında yer alan bölge. Akropol’e bu denli yakın olduğundan otel terasından muhteşem Akropol manzarası görülüyor. Turuncu renkleriyle Olympos gibi ölümlülere yukarıdan bakıyor. Geceyi değerlendirmek adına Plaka’ya yakın gece hayatı ile meşhur Psyrri’ye gittik. Özellikte taşıt trafiğine kapalı Ermou Caddesinden yürüdük bu sayede hem mağazalarla dolu bu hareketli caddeyi görmüş oluyoruz hem de Kapnikarea adlı 11. yy’dan kalma küçük ve şirin kiliseyi. Psyrri, Ermou Caddesinin sonunda yer alan Monastraki bölgesinin hemen arkasında yer alıyor. 15-20 dakikalık bir yürüyüşle bölgeye ulaşıyoruz. Bölgenin ve dahi şehrin her tarafı grafitiler ve duvar yazıları ile dolu. Gördüğümüz en punk şehir oluyor Atina bu görüntüsüyle. Fakat aradan aylar geçtikten sonra, geziparkı olaylarından sonra anlıyoruz ki eylemlerin şehirler üzerindeki süsleriymiş duvar yazıları ve grafitiler ve Atina bu süslerden payını fazlasıyla almış… Gençlerin daha çok sokaklarda içki içip, sohbet ettiği bölgede “Beer Time” diye bir bara oturuyoruz.


  Çalışanlar çok sıcak ve yardımsever, barda bir süre takılıp biramızı içip patatesimizi yiyoruz. Yunanistan’ın damak tadımıza hitap edeceğini herhangi bir barda yediğimiz patates, üzerine serpiştirilen baharat ve yanında servis edilen sos sayesinde ilk günden anlıyoruz. İlk gün için en etkileyici şey, Ermou Caddesindeki Kapnikarea ve Yunanistanlıların güler yüzlülüğü oluyor. Ertesi gün, sabah erkenden merkeze en uzak yerlere gitmek üzere yola çıkıyoruz. İstikametimiz, Exarhia Bölgesindeki Ulusal Arkeoloji Müzesi oluyor. Müzeye giderken ünlü Eolou Caddesi üzerinde yer alan Et & Balık Pazarına uğruyoruz. Alışık olmadığımız şekilde her yerde asılmış domuz kafaları, hayvanların parçaları ilginç geliyor bize (Zamanınız varsa uğranılması gereken yerlerden birisi). Yol üzerinde Yunanistan Merkez Bankası’nın da bulunduğu iş merkezlerini görerek dünyaca meşhur Arkeoloji Müzesine geliyoruz. Müzede zengin Yunan tarihinin kalıntılarını geziyoruz. Altın Agamemnon Maskesi müzenin en meşhur parçası olsa da bence Poseidon heykeli çok daha etkileyici.

Müzeyi iyice gezdikten sonra aynı yoldan Syndagma’ya doğru yürüyoruz. Ulusal Kütüphane ve Akadhemia yolun kenarında bembeyaz ve göşterişli karşımıza çıkıyor. Akadhemia’nın önündeki yüksek bir sütunun üzerinde Athena heykeli şehre kendi ismini verdiğini göstermek ister gibi herkese yukarıdan bakıyor. Syndagma Meydanına geldiğimizde Grand Betagne Otelinin altında yer alan kafenin, şehrin en iyilerinden birisi olduğu belli. Amacımız Yunanistan’ın meşhur frappesini içmek. Frappe sade / az şekerli / şekerli olarak servis ediliyormuş, sadesi oldukça sert bu nedenle zevke göre seçmekte fayda var. Mönüde bir de Yunan kahvesi yer alıyor, Türk kahvesi ile karşılaştırmak için ondan da istiyorum, farkı anlayamıyorum zira aynı tat.

Syndagma meydanında Parlamento Binasının önüne geliyoruz, saat başlarında asker değişimi olduğunu öğrenince beklemeye karar verip, meçhul asker anıtını ve nöbet bekleyen askerleri görüyoruz. Nöbet değişimi saatli gelince, bir komutan ve iki asker yolda beliriyor. Çok farklı bir adım sıralaması ve atım atış tarzı ile 3-4 dakikalık bir sürede nöbet değişimini gerçekleştiriyorlar. Tam da bu anlarda parlamento binası önünde toplanan 100 kişilik genç bir grup sloganlar atarak hükümeti protesto ediyor fakat herhangi bir polis müdahalesi olmuyor.
Nöbetçi değişimini izledikten sonra, şehrin tam merkezinde yer alan Ulusal Bahçeler’e giriyoruz. Şehrin tam göbeğinde içinde yapay göller, botanik bahçesi vb. olan kocaman bir bahçe. Bahçeden çıktığımızda tam karşımızda Zeus Tapınağı yer alıyor. Ne kadar eski ve kadim olduğu her halinden belli olan tapınaktan sadece sütunlar ayakta kalmış. Tapınak saat 15:30’da kapandığı için giremiyoruz. Tapınağın hemen az ilerisinde Panathenaic Stadyumuna ilerliyoruz. Stadyum, tamamen mermerden yapılmış bembeyaz, devasa bir yapı.
Oradan görmek istediğimiz bir başka yer olan İlk Mezarlık (Proto Nekrotafio)’a yürüyerek gidiyoruz. Zamanınız varsa mutlaka görülmesi gereken başka bir nokta. Yol beklediğimizden uzun ve hava beklediğimizden sıcak olduğundan biraz zorlanıyoruz. Ama gördüğümüz en güzel, en bakımlı mezarlıklardan birisi. Mezarlığın her yerinde bulunan çiçekler ve heykeller insanların ölülerine olan sevgi ve saygısını gösteriyor. Mezarlığın içinde Yunanistan’ın en çok ziyaret edilen mezarına “Uyuyan Kız”a gidiyoruz. 16 yaşında ölmüş ama heykelinde hala uyuyan bir kız.

Mezarlıktan çıkınca tramvay ile yol üzerinde Hadrian Kemerini görerek Syndagma’ya oradan da metro ile Atina’nın denize açılan kapısı Pire’ye gidiyoruz. Pire biraz hayal kırıklığı oluyor, evler ve birkaç restoran dışında pek bir şey yok. Zaman kısıtlıysa gitmeye çok da değmeyebilir. Pireden sonra Atina’ya dönerken akşam olduğu için yemek için Plaka’ya gidiyoruz. Gittiğimizde öğreniyoruz ki Akropol’ün hemen eteklerinde yer alan restoranlardan oluşan Plaka’da Akropol’e zarar verir diye müzik yayını yasakmış. İsmi bizim topraklardan Byzantine adlı bir yere oturuyor ve hayatımızda yediğimiz en lezzetli çipurayı yiyoruz. Deniz balığı olduğu her halinden belli olan yemeğimizi uzo eşliğinde yiyoruz. Uzo her ne kadar rakıya benzese de arada bence fark çok. Öncelikle uzo, rakıdan çok daha yumuşak bir içki. Öyle ki uzoyu su koymadan sadece buzla çok rahat içebiliyorsunuz. Ücretler çok makul ve yemekler gerçekten çok lezzetli. Yemekten sonra Plaka’dan Monastraki’ye giderken 14-15 yaşında çocukların ellerinde siyah sprey boyayla güvenlik kameralarını boyadığını görüyoruz. Atina gerçekten punk ve eylemde olan bir şehir. Yolda Roma Meydanı ve Hadrian Kütüphanesini görerek günü bitiriyoruz.

Ertesi sabah erkenden istikametimiz nihayet Akropol oluyor. Çok güzel ara sokaklardan yürüyerek Akropol’ün güney kapısından giriyoruz. Yüksek bir tepenin en yüksek yerinde Akropol yer alıyor. Tepeye doğru binlerce yılda binlerce insanın yürüdüğü yollardan çıkıyoruz. En tepeye çıktığımızda ilk gördüğümüz uzakta Agora ve hemen yanımızda Nike Tapınağı oluyor. Uzun merdivenlerden yürüyerek devada Akropolis’i görüyoruz. Bu halini görünce binlerce yıl önceki ihtişamına akıl erdiremiyorum doğrusu. En tepeye çıktığımızda öncelikle Erectheion’a gidiyoruz. Karyatidlerin yani kadın şeklinde sütunların taşıdığı tapınak gerçekten insanda tapınma isteği uyandıracak kadar güzel. Sonra Akropol’ün en temel binası olan Parthenon Tapınağı’nı geziyoruz. Yapı, Yunan tarihten bir parça değil adeta Yunan tarihinin kendisiymişçesine mağrur ve gösterişli. Akropol’de bir iki saat geçirdikten sonra Akropol Müzesine giderek Karyatidlerin orijinallerini görüyoruz. Orijinalleri replikalarından bile daha etkileyici. Akropol’den sonra ikinci tarihi önem arzeden Agora’yı geziyoruz. Eski ve güzel Agora her ne kadar Parthenon’dan küçük olsa da daha estetik ve zarif. Müzede gezdikten sonra Monastraki Meydanına gidiyoruz, müzik yapan insanların ve sayısız hediyelik dükkanı bulunuyor. Hediyelik için mutlaka uğranılması gereken kalabalık çarşıdan biz de hediyeliklerimizi alıp yemek yemek üzere açık havada bir yere oturuyoruz. Güler yüzlü garsondan kebap istiyoruz ve bizde verilenden porsiyon olarak çok daha fazla et olan kebabımızı yiyoruz. Hem daha büyük hem daha lezzetli kebap aynı zamanda da daha ucuz. Bu güzel kentte son bir tur atmadan ayrılmayalım düşüncesiyle turistik trene binip Atina’yı baştan sona bir turlamaya karar verdik, tam Agora bölgesindeyken trenden gerçek anlamda atlıyor ve kalabalık caddelere dalıyoruz. Kafe ve restoranların sıra sıra dizildiği caddede dolaşırken canlı müzik olan bir tanesine girip şarap istiyoruz. Saat öğlen 2:00 olmasına rağmen kafeler ağzına kadar dolu ve insanlar sürekli eğleniyor. Sirtaki eşliğinde yiyor, içiyor, eğleniyorlar. Bir saat kadar orada zaman geçirdikten sonra Syndagma Meydanından metro ile havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Hatıralarımızda kalan ise Yunanlıların yaşamayı, yemeyi ve içmeyi ne kadar sevdikleri ve bunu ne kadar da iyi yaptıkları oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder